26 Nisan 2016 Salı

Nuh Tufanı

İçindekiler  

Giriş  

1. Gılgameş’te Nuh Tufanı  

2. Tevrat’da Nuh Tufanı  

3. Kur'an’da Nuh Tufanı  

4. Nahçıvan’da Nuh Tufanı  

5. Nuh Tufanı Küresel mi Yöresel miydi?  

6. Nuh’un Gemisi Nerede? 

7. Türklerin başlangıcı

8. Nuh oğluyla cep telefonu ile mi görüştü?

GİRİŞ

Nuh tufanı gerçekten olmuş mudur, yoksa 3 semavi dinin mensuplarının kutsal kitaplarında anlatılan bir efsane olarak mı nitelendirmek gerekir?

Dünyanın dört bir yanında geçmiş farklı birçok kültürde tufan efsanesi yer alır. Jeolojik ve fosil bulgulara göre dünyanın en az bir döneminde sular altında kaldığı kabul edilmektedir. Bağdat’ın 160 km güneyindeki Nippur kasabası yakınlarında bulunan 60 bin tabletten oluşan bir Sümer kitaplığı tabletlerinde, Dicle kıyısındaki Asur başkenti Ninova’da bulunan Asur tabletlerinde Gılgameş Destanında  tufan olayı kutsal kitaplardan ÇOK ÖNCE anlatılmaktadır. Kimilerine göre M.Ö. 4500 lerde olduğu tahmin edilen Gılgameşteki tufan destansıdır ve çok daha eski zamanlara aittir.

Tevrat’ta anlatılan Tufan’ın destandakinin bir kopyası olduğunu kabul edersek, Utnapiştim’in olayı kendi ağzından anlatması, Gılgamış Destanında Tufan’a tanıklık etmiş, onu gözleriyle görmüş bir kişinin gerçekten var olduğunu ortaya koyar. Aslında binlerce yıl önce doğuda müthiş bir tufan olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.

Nuh’un Gemisi Nuh Tufanından sonra nereye oturmuştur, kalıntıları hala varsa nerededir? Yazılı belgelerde Kur’an ve Tevrat’da  bu konuda ne yazıyor  inceleyelim.

 

1. Gılgameş’te Nuh Tufanı

Asur M.Ö. 2000-612 arasında Kuzey Irak-Dicle kıyısı merkezli Ortadoğu’nun en büyük imparatorluklarından biri olmuştur.

20. yüzyılın başlarında Asur kralı Asurbanipal’in kitaplığında, on iki kil tablet
üzerine yazılmış bir kahramanlık destanı bulundu. Destan Akatça yazılmıştı, ama daha sonra bulunan başka bir kopyası Hammurabi’ye kadar uzanıyordu. Toplamda 56 kil tablet bulunmuştur.

Araştırmalar, Gılgamış Destanı’nın Sümerlilerce yazıldığını, konularının daha sonra Tevrat’taki Yaradılış Bölümünde anlatıldığını ortaya koymuştur.

Destanda Tufan hakkında çok ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Destanda Gılgamış Uruk kıralıdır. Hz. Nuh pozisyonunda olan kahraman ise Sümer bilgesi Utnapiştim’dir. Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı destan, Tanrı Enlil’in öğütleriyle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini vurgular.

Destan’ın Tufan bölümünde Tanrılar Utnapiştim’i uyarırlar, kadınları, çocukları, yakınlarını ve her işten ustaları, gelecek olan büyük tufandan korumak için bir gemi yapmasını emrederler. Şiddetli, fırtınanın, karanlığının, yükselen suların, gemiye binemeyenlerin düştüğü umutsuzluğun anlatımı, bugün bile hayranlık uyandıracak ölçüde güçlüdür. Üstelik aynı Nuh’ta olduğu gibi, yolculuğun sonunda bir karga ve bir güvercin yollanmış, sular alçalmaya başlayınca da gemi bir dağın tepesine oturmuştur.

Gılgamış Destanı’yla Tevrat arasındaki paralellik ve benzerlik, hiç bir bilginin karşı koyamayacağı ölçüde açıktır. Bu paralelliğin en ilginç yönü, destanla Tevrat’ın uğraştığı tanrıların ve kehanetlerin ayrı ayrı olmasıdır. Tevrat’ta anlatılan Tufan destandakinin bir kopyasıdır.

 

Tufan’ın yaklaştığı bildiriliyor

Kulak ver ey Şurrupaklı, ey Ubaratutu’nun oğlu! Evini yık, malını bırak, kendine bir” gemi yap, yeryüzünün nimetlerini bir yana atıp canını kurtarmaya bak hemen! Dediklerimi uygula: evini yık, kendine bir gemi yap. Yapacağın geminin ölçüleri şunlar olsun: Eni, boyuna eşit düşsün, güvertesinin üzerindeki dam da dipsiz uçurumu örten çatıyı andırsın. Bittikten sonra gemiye bütün canlı yaratıkların tohumunu al.

Bu bilgilendirilmenin konusunun, Dünya’nın yakın bir gelecekte yaşayacağı büyük bir tufanla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Metnin devamında, bu bilginin herkese açıklanmadığı da görülmektedir:

Ben, bunu anlar anlamaz Ea’ya, efendime dedim:
“İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi bana ne dedinse iyi dik­kat ettim. Ben yapacağım. Fakat, kent halkı ve yaşlılar sorarsa ne diyeyim?”
Ea, konuşmak için ağzını açıp bana dedi: – Onlara şunu bildir:
Enlil’in bana kızdığını öğrendim. Bu yüzden artık ne onun ülkesinde, ne de onun kentinde dolaşacak yüzüm kalmadı benim. efendim Ea ile birlikte yaşamak üzere körfeze gideceğim. Ama size sınırsız bir bolluk, ender bulunur balıklar, ürkek av kuşları ve bereketli bir hasat mevsimi verecek. Akşamüstü fırtınanın ilki sizle­re seller gibi buğday getirecek” de … ”

 

Geminin yapılışı

Metnin bundan sonraki bölümünde geminin yapımı ile ilgili bilgiler verilmektedir:

Halk çevresine toplandı. Küçük yavrular bile gemi için zift taşıyorlardı. Güçlü erkekler gemiye yedek kereste getiriyorlardı. Beşinci günde geminin kaburqasını oluşturdum. Geminin omurgası bir iku  genişliğindeydi. Kenarları iki kez on kamış  yüksekliğindeydi.

Üst güvertesi de alt güverteye tümüyle eşitti. Bunun da her yanı, iki kez on kamış uzunluğundaydı. Bundan sonra geminin dış yüzünü hazırladım ve onları boyadım. Gemiyi altı kat” yaptım. Geminin alt ve üst güvertelerini yedi bölüme ayırdım, ambarını da dokuza böldüm. Ortasına da su kazıkları çaktım. Güzel kürek seçtim. Ve geminin yedeklerini ambara koydum. Eritmek için kazana 21.600 zift döktüm. Bunun yansını saf zift olarak gemiye sakladım. Tekneciler, gemiye 10800 sırlık  getirdiler. Bunun üçte biri peksimet kızartmak için harcandı: üçte ikisini de gemici sakladı.
işçilere çok sığır kestim. Ve her gün koyun boğazladım. Ustalara, ırmak suyu gibi şarap akıtıldı. Yeni yıl şölenleri gibi bir şölen oldu.

Gemi yedinci günde tamam oldu. Gemiyi kızaktan indirmek güç oldu. Çünkü, geminin üçte ikisi suya girinceye dek, onu, kızak üzerinde aşağıdan ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı. Elime geçen her şeyi içine yükledim. Elime geçen her gümüşü içine yükledim. Elime geçen her altını içine yükledim. Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi gemiye bindirdım. Yabani ve evcil hayvanları ve bütün ustaları gemiye aldım.

Tufan artık gelmek üzereydi … Tufan’ın ilk belirtisi ile birlikte gemiye binip kıyıdan hızla uzaklaştıkları anlaşılıyor. Bundan sonra anlatılanlar, tam anlamıyla büyük su baskınla­rının ve depremlerin yaşandığı büyük bir trajedi.

 

Tufan başlıyor

Şamaş’ın bana “Akşama fırtınanın birincisi varıp yıkıcı yağmuru yağdırdığında. gemine bin, her yanı da sımsıkı kapat” dediği an gelmişti artık. Gece bastırdı, Fırtınanın birincisi yağmuru gönderdi. Ben havanın züne baktım. Hava, bakılmayacak kadar korkunçtu.

Tan yeri ağarmaya başlarken ufuktan bir kara bulut geldi. Bu bulut, fırtınanın efendisi Adad’ln bulunduğu yerde gürledi. Habercileri olan Şullat ile Haniş, dere tepe aşarak başı çektiler. Daha sonra uçurumun Tanrıları ortaya çıktı.

Nerqal, suları göğüsIeyen engelleri yıktı. Savaş Tanrısı Ninurta, her şeyi yerle bir etti. Cehennemin yedi yargıcı, Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi kurşun su alevlere boğdular. Fırtına Tanrısı, gün ışığının yerine karanlığı koydu: ülkeyi bir çanak gibi kırıp döktü, umasızlığın getirdiği bitkinlik gökkubbeye yükseldi. Büyük· fırtına, ülkeyi bir çanak gibi parçaladı. Bütün gün bo­ra azıttı durdu. Yol aldıkça kudurdu, halka düşmanmış gibi saldırdı, kardeş kardeşi göremedi. insanlar gök zünden bile görülmüyordu. Rüzgarlar insanların tepesinde savaş edercesine çarpıştılar. Kimse kimseyi göremiyordu. Ve gökten bakılınca insanlar tanınmıyordu. Tanrılar bile tufandan korkarak geri çekildiler. Ve göğün en yüksek katına kadar çıktılar. Tanrılar, orada kıvrılmışlardı. Göğün en son eteklerinde büzülüp yatıyorlardı.

Bir gün karayel esip hepsini sildi süpürdü. Sonra bir den bire poyraz esip ülkenin altını üstüne getirdi. Fırtına ve tufan, altı gün, yedi geceyi geçti. Fırtına yurdu silip süpürüyordu. Sel, bora ve su taşkınları yer yüzünü kasıp kavurdu. Yedinci günde güneyden esen fırtına dinmeye yüz tuttu, deniz yatıştı, tufanın hızı kesildi.

 

Tufan sona eriyor

Önceden dalgalan bir ordu gibi birbiriyle savaşan deniz, şimdi dinginleşti. Kötü rüzgar dindi ve tufan sona erdi. Havaya baktığım zaman ortalıkta sessizlik vardı. Ve bütün insanlık çamur olmuştu. Suyun bastığı yüzey, dümdüzdü.

Bunun üzerine anbar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü. Diz çöküp oturdum ve ağladım. Gözyaşlarım burnumun kanatlarından akıyordu. Sonra ufuklara bakarak denizin kıyısını aradım. Her yana on iki kez on iki defa bakınca denizden bir ada yükseldi. Sonunda gemi Nıssır dağına oturdu.

 

Nisir Dağı

Bu bir yöredeki dağın ismi değildir. Burada anlatılmak istenen geminin suların çekilmesiyle birlikte deniz yüzeyinden yüksekte kalan bir bölgede karaya oturduğudur. Bu bir kurtuluş ifadesidir. Nitekim Nisir sözcük anlamı itibariyle de “kurtuluş, selamet” anlamına gelmektedir.

 

 

2. Tevrat’da Nuh Tufanı

Tevrat’ın Tekvin (Yaratılış) bölümünde  Tanrı’nın insan ve diğer canlıların ırkının devam etmesi için büyük tufandan önce Nuh’un ailesi ve dünyada bulunan diğer çekirdek hayvanların korumaya alınması amacıyla Nuh’a büyük bir gemi yapmasını emrettiği  yazılıdır.

Tanrı, insanoğlunun sapkınlığına bir ceza vermek adına, yeryüzündeki tüm canlıları yok edeceğini söyler.

Rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. “Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım” dedi, “Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.” Ama Nuh Rab’bin gözünde lütuf buldu.” Yaratılış 6:5-8

 

Ancak Nuh Peygamber, O’na inanmış biridir ve Tanrı’nın ona bir şans vermesine sebep olur. Tanrı, Nuh’a bir gemi yapmasını, yaşayan bütün hayvanlardan birer (ve bazılarından yedişer) çift almasını emreder.

Ve Tanrı Nuh’a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebiyle yeryüzü zorbalıkla doldu, ve işte, ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap. İçini dışını ziftle, içeriye kamaralar yap. Gemiyi şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olacak. Pencere de yap, boyu yukarıya doğru bir arşını bulsun. Kapıyı geminin yan tarafına koy. Alt, orta ve üst güverteler yap. Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek. Ama seninle bir antlaşma yapacağım. Oğulların, karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin. Sağ kalabilmeleri için her canlı türünden bir erkek, bir dişi olmak üzere birer çifti gemiye al. Çeşit çeşit kuşlar, hayvanlar, sürüngenler sağ kalmak için çifter çifter sana gelecekler.Yanına hem kendin, hem onlar için yenebilecek ne varsa al, ilerde yemek üzere depola.Ve Nuh Tanrı’nın kendisine emrettiği herşeye göre yaptı; öyle yaptı. Yaratılış 6:13-22

 

Adğe dilinde “Khuafe” suda yüzen araçlara verilen isim. Adını bu “Gofer” ağacından almış olabilir.

Yeryüzünde soyları tükenmesin diye, yanına temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift, kirli sayılan hayvanlardan birer çift, kuşlardan yedişer çift al. Göklerin kuşlarından da erkek ve dişi olarak yedişer, yedişer alacaksın Yaratılış 7:2-3

Nuh altı yüz yaşındayken, o yılın ikinci ayının on yedinci günü enginlerin bütün kaynakları fışkırdı, göklerin kapakları açıldı. Yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdı.” Yaratılış 7:11-12

Ve adamdan sığırlara kadar, sürünenlere kadar, ve göklerin kuşlarına kadar, yeryüzü üzerinde yaşayan herşey silindi; ve yeryüzünden silindiler, ve yalnız Nuh ve kendisi ile beraber gemide olanlar kaldılar“. Yaratılış 7:23

Büyük Tufan’dan sonra, geminin nereye oturduğuna dair Tevrat’ta geçtiği kabul edilen bölüm:

Gemi yedinci ayın on yedinci günü..r..r..t.. dağları üzerine oturdu. Yaratılış 8:4

 

Karaya oturduktan sonrası:

Ve sular onuncu aya kadar, gittikçe azaldılar; onuncu ayda, ayın birinde dağların başları göründüler. Ve vaki oldu ki, kırk gün bittikten sonra, Nuh yapmış olduğu geminin penceresini açtı; ve kuzgunu gönderdi, ve o yerde sular kuruyuncaya kadar, öteye beriye gitti. Ve sular toprağın yüzü üzerinden eksildi mi diye görmek için, yanından güvercini gönderdi; fakat güvercin ayağının tabanına bir istirahat yeri bulamadı, ve gemiye onun yanına döndü, çünkü sular bütün yer yüzünde idiler; ve elini uzatıp onu tuttu, ve onu kendi yanına gemiye aldı. Ve diğer yedi gün daha bekledi; ve Güvercini gemiden tekrar gönderdi; ve akşam vakti güvercin onun yanına girdi; ve işte ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağı vardı; ve Nuh suların yeryüzünden eksilmiş olduklarını bildi. Ve diğer yedi gün daha bekledi ve güvercini gönderdi; ve artık tekrar kendisine dönmedi. Ve vaki oldu ki, altı yüz birinci yılında, birinci ayda, ayın birinde yer üzerinden sular kurudular; ve Nuh geminin örtüsünü kaldırdı, ve baktı ki toprağın yüzü kurumuştu.Ve ikinci ayda, ayın on yedinci gününde yer kuru idi.” Yaratılış 8:5-14

Ve ahdimi sizinle sabit kılacağım, ve bütün beşer artık tufanın suları ile kesilmeyecektir, ve yeryüzünü helak etmek için artık tufan olmayacaktır.” (Yaratılış 9:11)

Görülebileceği gibi çok önceleri yazılmış Sümer tabletleri adeta Tevrat'a kaynak teşkil etmiştir. 

 

3. Kur’an’da Nuh Tufanı

Nuh tufanı bahsi Tevrat gibi Kur’an’da da geçmektedir. Tevrat genelde olayları ayrıntılı olarak verir, hikaye şeklinde anlatır. Kur’an farklı olarak olayları “kıssa” (ders alınması gereken kısa hikâye) olarak verir. Nuh tufanı da her iki kutsal metinde bu farkla geçmektedir. Kur’an’ın Hz. Nuh ve Nuh Tufanı ile ilgili ayetlerini açıklamalarıyla aşağıda veriyoruz:

Hz. Nuh Allah’tan başkasına tapınmayı önlemek için gönderilen açık bir uyarıcıydı.

Andolsun biz, Nuh’u da toplumuna resul olarak göndermiştik. “Ben sizin için açık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum.” demişti de,” HÛD 25-26

Düzeltmeye çalıştığı toplumun servet ve refahla şımarmış kodamanları ona karşı çıkmış ve ona uyanları basit, değersiz ayak takımı olarak görmüş ve horlamışlardır. Bu kodaman topluluk, Nuh’un ve onu izleyenlerin taşıdıkları evrensel değerleri, güzellik ve iyilikleri fark edemeyen bir körlük sergilemişlerdir. Bu, bir bilgisizlik illetidir.

Toplumunun küfre sapanlarından bir grup kodaman şöyle konuşmuştu: “Bize göre sen, bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Bakıyoruz sana, ayak takımımızın basit görüşlü insanlarından başkası ardına düşmüyor. Sizin bize hiçbir üstünlüğünüzün olduğuna da inanmıyoruz. Aksine, sizi yalancılar sayıyoruz. Nuh dedi ki: “Ey toplumum! Bir düşünün! Ya ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeysem; katından bana bir rahmet vermiş de o rahmet sizin gözlerinizden saklanmışsa! Siz ona tiksintiyle bakarken, biz sizi ona zorla mı ulaştıracağız?” HÛD 27-28. (not: beyyine=delil)

Nuh şöyle yakardı: “Ey Rabbim! Ben toplumumu gece gündüz davet ettim. Fakat çağrım, onların kaçışlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Ben onları, sen kendilerini affedesin diye çağırdıkça, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inat ve ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler.” Nuh 5-7

Hz. Nuh, diğer bütün peygamberler gibi, hizmetine karşılık Allah rızası dışında bir şey beklememiş, Allah’ın hazinelerini elinde tutmadığını söylemiştir.

Hem ben sizden buna karşı bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah’tandır.” Hud 29

Hz. Nuh kodamanların küçük gördüğü imanlı insanları işe yaramaz ilan edemeyeceğini, böyle bir şey yaptığı takdirde zalim olacağını bildirmiştir.

Ama ben iman edenleri paylayıp kovamam. Çünkü onlar Rablerine varacaklar. Ama sizin cehalete batmış bir toplum olduğunuzu görüyorum. Ey toplumum! Eğer ben onları paylayıp kovarsam, Allah’a karşı bana kim yardım edebilir? Hala düşünmüyor musunuz?”HÛD 29-30.

Bütün peygamberler gibi Hz. Nuh da, gaybı (bilinmeyeni) bilmediğini, bir melek olmadığını açıkça söylemiştir:

Ben size demiyorum ki, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır. Ben gaybı bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum. Ama gözlerinizin horlayarak baktığı kişiler için, ’Allah bunlara hiçbir hayır vermeyecek’ diyemem. Onların benliklerinde neyin saklı olduğunu Allah daha iyi bilir. Başka türlü davranırsam kesinlikle zalimlerden olurum. Dediler ki: “Ey Nuh! Sen bizimle uğraştın, bizimle mücadelede çok da ileri gittin. Eğer doğru sözlülerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir. Nuh dedi: “Onu size, dilediği takdirde ancak Allah getirir, siz de hiçbir engel çıkaramazsınız.” HÛD 31- 33.

Kavmini doğru yola sokamayan Hz. Nuh’a ümitsizliğe düşmemesi ve bir gemi inşa etmesi vahyedilmiştir.

Nuh’a şöyle vahyolundu: “Toplumundan, daha önce inanmış olanlar dışında hiç kimse iman etmeyecektir. Artık onların yaptıkları yüzünden tasalanıp durma. Vahyimize bağlı olarak gözlerimizin önünde gemiyi yap. Ve zulmedenler hakkında benimle karşılıklı laf edip durma. Onlar, mutlaka boğulacaklardır.” HÛD 36-37.

Hz. Nuh’un gemiyi inşa etmesi ilahi planların gözleri önünde, vahyin denetiminde gerçekleşmiştir.

Gemiyi yapıyordu. Toplumundan her hangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nuh: “Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi.” HÛD 38.

Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca şöyle seslendik: “Yükle içine her birinden ikişer çift ve aleyhinde hüküm verilen hariç olmak üzere aileni, bir de iman etmiş olanları.” Ama Nuh’la birlikte çok az bir kısmı iman etmişti. Nuh dedi: “Binin içine! Onun akıp gitmesi de demir atması da Allah’ın adıyladır. Benim Rabbim elbette ki Gafur’dur, Rahim’dir. HÛD 40-41.

Geminin inşa edilmesinden sonra göğe sularını boşaltması toprağa da sularını fışkırtması emredilmiştir.

Hz. Nuh’a inanan küçük bir insan topluluğu ile, hayvan çiftleri gemiye bindikleri için kurtulmuş ve bunun dışında kalanlar boğularak ölmüşlerdir.

Ölenler arasında Hz. Nuh’un bütün uyarılarına rağmen ona inanmayan oğlu da vardır.

Gemi onları, dağlar gibi dalgalar üstünden yürütüp götürüyordu. Nuh onlardan ayrı bir yerde duran oğluna seslendi: “Oğulcuğum, bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma. Oğlu cevap verdi: “Bir dağa sığınacağım, beni sudan korur.” Nuh dedi: “Allah’ın merhamet ettiği dışında hiç kimse için Allah’ın kararından kurtaracak yoktur.” Ve ikisi arasına dalga girdi de o, boğulanlar arasına katıldı.” HÛD42- 43.

Oğlunun inkarcılar arasında ölmesi Hz. Nuh’u üzmüş ve babalık hisleriyle Allah’tan böyle bir şeyin nasıl meydana geldiğini sitem ifadesiyle sormuştur.

Bu arada Nuh, Rabbine yakardı da dedi ki: “Rabbim, oğlum benim ailemdendi! Senin vaadin elbette haktır. Sen, hakimlerin, hükmü en güzel verenisin.” HÛD 45

Allah buna karşı Hz. Nuh’u uyarmış ve oğlunun, kendisine nispet edilemeyecek bir inançsız olduğuna dikkat çekmiştir.

Allah buyurdu: “Ey Nuh! O, senin ailenden değildi. Yaptığı, iyi olmayan bir işti. Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman hususunda seni uyarırım.” HÛD 46.

Hz. Nuh bunun üzerine Allah’tan affını dilemiş ve susmuştur.

Nuh dedi: “Rabbim! Hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana acımazsan hüsrana uğrayanlardan olurum. HÛD 47.

Tufan sularının çekilmesi üzerine Hz. Nuh’un gemisi Cudi Dağı’na oturmuştur.

Ve denildi: “Ey yer! Suyunu yut ve ey gök, sen de tut.”Ve su çekildi. İş bitirilmişti. Gemi, Cudi üzerine oturdu ve haykırıldı: “O zalimler topluluğu geri gelmez olsun!” HÛD 44.

 

4. Nahçıvan’da Nuh Tufanı

Nuh Tufanı ve Nuh’un gemisi ile ilgili yazımızda Nahçıvan’dan bahsetmeden geçemezdik. Zira Nuh Tufanın Nahçıvan’da geçtiği, Nahçıvan’daki coğrafik yer adlarının Nuh Peygamber tarafından konulduğu, Nahçıvan kelimesinin “Nuh çıhan” la alakalı olduğu, söyleniyor. Rivayete göre Nuh çıkan Nahçıvan’ın en kadim adı

Nahçıvan’da Nevruz sözünün Nuhruz varyantına da rastlanır. Eski yerli sakinler (yerli halk) Nuhruz Nuh Peygamberle onun rızkını verdiği yeni günle arasında bağlantı kurmuşlardır. Nuh’un, tufandan kurtulup karaya çıktığı ve yeni bir hayata kavuştuğu Yeni yıl günü, Nuh’la beraber olanların yeni günü denilmiştir. Nuh’un, Nahçıvan’la olan bağlantısını tasdik eden bazı gerçekler de vardır.İlk önce Nahçıvan sözünün manasına bakmak gerekir. Bu söz üç terkipten ibarettir: Nuh / çı / van. Sözün kökü olan Nah, Nax, Nuh-Peygamber adıdır. Çı, söz düzenleyici,şekillendiricidir. Nuhcu, Nuh taifesinden olan demektir. “van” ise yer, mekân bildiren şekillendiricidir. Nahçıvan ise tamamıyla Nuhçuların (Nuh’la beraber bulunanların) meskûn olduğu yerdir, Nuh’un, Nuhçuların vatanı demektir. Sonuçta Nuhçıvan sözü Nahçıvan şekline dönüşştür.

Nahçıvanlıların inanışına göre Nuh’un gemisi Haça Dağı’na oturmuş. Düz bir araziden yükselen ve üzerinde derin bir yarık bulunan bu dağ, heybetli görüntüsüyle tüm Nahçıvan’dan görünüyor. Rivayete göre geminin altı ilk olarak suyun altında  bir kayaya sürtünerek geçmiş. Hz. Nuh demiş ki “ne ağır dağdır”. Dağın adı Ağırdağ (Ağrı dağı) kalmış.  Ondan sonra yarıklı bir kaya parçasının da üzerinde geçmiş. Nuh yanındakilere demiş ki “inanın ki dağdır”. Buraya önce İnandağı denmiş sonradan İlandağı olmuş. Sular çekildikten sonra bu dağa şekline bakılarak Haça dağı adı verilmiş. Haça Azerbaycan Türkçesinde çatal demek. Bir başka rivayete göre dağ yarılıp Nuh’un gemisine yol vermiş.  Gemi daha sonra bir kara parçasının üzerinden geçmiş. Hz. Nuh bu dağ ötekinden daha kem (aşağı) demiş. Araz havzasında olan bu dağa yörenin halkı Nuh’tan hatıra “Kem ki- Kemçi” adını vermiş. En sonunda oturduğu kara parçası Ordubat arazisindeki Nesir dağının Gapıcık zirvesine yerleşen Gemikaya olmuş. Geminin kalıntılarının buradaki ayı çukuru denilen yerde olduğuna inanılmaktadır. Nesir dağının en yüksek zirvesi olan Gapıcık deniz seviyesinden 3904-3017 metre yüksekliktedir. Bu zirveye Gapıcık adı tesadüfî olarak verilmemiştir. Özellikle bu kapı Nuh’un, tufandan kurtulup dünyaya açtığı “dünya kapısı”dır

haça dağı Bölge, Sümer menşeli Gılgamış efsanesine göre çok eskiden dünyayı kaplayan sular coğrafyasıdır. Gılgamış’ta “Aç Dağı” adı geçer. 1968 ve 1990 yıllarında Gemikaya’da büyük bir araştırma yapan arkeolog Prof. Dr. Veli Eliyev, Gemikaya’da mevcut olan çok eski yerleşim sahalarındaki abide mezarları, ibadethaneleri, kaya üstü  tasvirleri çok mükemmel bir şekilde kayıt altına almıştır.  Ayrıca Prof. Dr. Oktay Belli’nin Nahçıvan’da yapmış olduğu araştırmalar göstermiştir ki Nahçıvan, tunç devri medeniyetine mensuptur.   Eliyev’in tespitine göre Gemikaya ve mücavir alan arazileri bundan yetmiş bin ila yüz bin yıl önce (İlkçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ) avlanmak için çok müsait imiş.  1997 yılında İstanbul Üniversitesi, Avrasya Arkeolojisi Projesi kapsamında Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti topraklarında yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarının başkanlığını Prof.Dr.Oktay Belli, Nahçıvan Bilimler Akademisinden Doç. Dr.  Veli Bahşeliyev ve beraberindekiler yürütmüştü.  Bu çalışmanın sınırları gayet genişti.  Bu çalışma ile Urartu gömütlükleri, Bronz ve diğer değerli metallerden yapılmış eşya takı ve silahlar bulunmasına karşı erken demir çağına ait takı ve eşyalar da bulunmuştur.

gemikaya 1 gemikaya 2Gemikaya’daki kaya üstü resimlere aslında dünyanın çeşitli coğrafyalarında rastlanmaktadır.  Bu çok eski sanat örneklerine Sibirya’da, Altay’da, Ural’da, Anadolu’da, Güney Azerbaycan’da ve birçok değişik ülkelerde rastlanmaktadır. Nahçıvan Tunç Devrinde ziraat ve hayvancılıkla uğraşmıştır.  Ayrıca bu halkın dünya ve ahret ile ilgili duygu ve düşüncelerinin izleri de bu resimlere sinmiştir.  Mesela araba resimleri, yöre insanının nakliyat ve ulaşımdaki durumunu gösterir.  Kilden yapılmış boyalı kap-kaçak parçacıklarının Nebi yurdu çevresindeki kalıntıları Kür-Aras medeniyetinin üstün seviyesini bize açıkça göstermektedir.  Ayrıca sanat ve sanatkârlıktaki seviyelerinin üstünlüğünü de belirtmektedir.  Gemikaya tasvirlerinde güneşin de kutsiyeti açıkça işlenmiştir.  Güneş mitinin mitolojideki yeri Gemikaya’da da aynı sırrını korumaktadır.  Gemikaya tasvirlerinde yıldız ve ayın da ışık kaynağı oluşlarından dolayı kutsiyetleri taşlara kazınmıştır.  Gemikaya tasvirlerinde sıra takımyıldızların işlenmesi Nahçıvan müneccimlerinin dikkatini çekmiştir.  Kısacası kozmik alemle ilgi kurulmuş olması bugünkü modern astronominin başlangıcı da sayılabilir.  Gemikaya’daki bazı işaretlerin eski Orhun Yeni-Sey Türk Alfabesindeki işaretlere çok benzemektedir.  Gemikaya’daki kaya üstü tasvirleri piktografik metinleri eski Nahçıvanlıların dini ideoloji görüşlerinin özellikle kâinat hakkındaki tasavvurlarının kâhinler tarafından ifadeleşen görüşleri çok açık ve belirgindir.  İşte Gemikaya bu yönden de üstünlüğünü korumaktadır.

Nahçıvan’da Nuhdaban adlı eski bir kent harabeleri, Nehecir (eski adı Nuhacir olabilir) adlı bir dağ ve köy var. 16. yüzyılda yaşamış Arap seyyah El Eşrefi’ye göre Nuh’un gemisi ve kabri Nahçıvan’da dır.

nuh türbesiNuh peygamberin Nahçıvan’da türbesi var. Türbe, şehrin en eski kalesi olan ve “Köhne kala” diye isimlendirilen yerde. Türbenin duvarlarında Nuh Tufanı hakkında Kuran’dan alıntılar ve Haça Dağı’nda bulunanların fotoğrafları sergileniyor. Türbe Nahçıvan Başbakanı Vasıf Talibov tarafından restore ettirilmiş.  Meşhur ressam Behruz Kenkerli Nuh’un, Nahçıvan’daki mezarının yağlı boya ile tablosunu yapmış. Tablo Nahçıvan Tarih Müzesi’nde saklanmaktadır.

1836 yılında Nahçıvan’a gelen bazı Rus âlimleri Nuh’un mezarının Nahçıvan’ın kuzey tarafında bulunduğunu yazmışlar.

Nahçıvan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri ve onların ecdatlarının beş bin yıldan fazla bir süredir bu coğrafyanın en kadim sahipleri olduğu anlaşılmaktadır.

 

 

5. Nuh Tufanı Küresel mi Yöresel miydi?

Cudi dağı 2090 m. Ağrı dağı ise 5165 m. Dünyada 5100 m. yükseklik su altında kaldıysa neredeyse tüm dünya su altında kalmış demektir. Öyleyse tufandan sonra sadece Nuh’un gemisindekilerle mi yeryüzünde tüm canlılar üremiş? Tevrat’a bakılırsa öyle olmuş. Nuh ve gemisindekiler dışında yaşayan kalmamış.

Tevrat’a göre gemi karaya oturduğunda sular hala çekilmemiş. Karaya oturduktan ancak 2 ay 13 gün sonra etraftaki tepeler görünmeye başlıyor ve bundan da 2 ay sonra yani karaya oturduktan 4 ay 13 gün sonra geminin oturduğu yerde sular çekilmiş oluyor.  Demek ki gemi Ağrı dağına oturduysa Ağrı dağı zirvesinden daha alt bir kota oturmuş, etrafta daha yüksek tepeler varmış. Ancak  böyle bir durumda gemi karaya oturduğunda etrafındaki daha yüksek tepeler nasıl su altında olabilir, su altında değilse ve yağış bittiği halde yani görüş engeli  yoksa tepeler nasıl görünmez?  Bu tepeler görünmüyorsa geminin oturduğu yerden daha alçakta kalıyorlar demektir. Gemi, görüş mesafesinde en yüksek zirveye oturmuş desek zirvede olma durumunda önce etraftaki tepeler değil önce geminin oturduğu kara parçası görünmeliydi. Halbuki en son geminin oturduğu yer ortaya çıkıyor. Burada büyük çelişkiler var.

Bir başka konu da  Ağrı dağı yakınlarında fazla dağlar, tepeler olmaması. Oralarda sadece Büyük ve Küçük Ağrı dağları var. Bu durumda Ağrı dağına oturmuş bir geminin etrafında görülen dağların başları hangi dağlara ait?

ayın birinde dağların başları göründüler.” Yaratılış 8:5

Ağrı dağının zirvesine oturmuş bir geminin etrafında suların çekilmeye başlamasıyla üzerinde oturduğundan başka hiçbir zirve görünemez. Üstelik Ağrı dağının zirvesinden sis yüzünden zaten hiçbirşey görülemez.

Mantıklı olabilecek tek gerçek geminin etraftaki dağlara göre düşük bir kotta olduğudur. Bu da küresel bir tufan olmadığını gösterir ama bu da Tevrat’ın küresel cezalandırma anlatımıyla çelişmektedir.

Öte yandan Kur’an’da verilen mesaj çok açıktır ve sadece Nuh kavminin cezalandırıldığı şeklindedir. Ayrıca Hz. Nuh tüm insanlığa gönderilmiş bir peygamber değil, sadece kendi kavminin peygamberidir.

Andolsun biz, Nuh’u da toplumuna resul olarak göndermiştik...“Hud 25

Kur’an’da bahsedilen de sadece bu kavmin yoldan çıkmasıdır.  Onlar yüzünden tüm dünya cezalandırılmış olamaz. Nitekim daha sonraki Lut, Ad ve Semud kavimleri de bu şekilde lokal cezalandırılmıştır. Demek ki Kur’an verileri açısından Nuh tufanı küresel bir afet değildir, o yüzden de geminin 5185 m. de Ağrı dağı tepesine oturmuş olması mümkün görülmüyor.

Kur’an açısından tartışılan bir tek nokta var. Hz. Nuh’un aşağıdaki ayette işaret edilen duasına yeryüzündeki bütün kafirlerin dahil olması nedeniyle Nuh tufanının küresel olduğu iddia edilmektedir:

Nuh şöyle yakardı: “Rabbim! Yeryüzünde, kafirlerden yurt tutacak/gezip dolaşacak hiç kimse bırakma.” NUH 26.

Ayetin Arapçası: Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alel arzı minel kâfirîne deyyârâ

Ayetteki “arz” kelimesi, Kur’an’da, bazen dünya/yeryüzü, bazen de belli bir arz/toprak/yer anlamında kullanılır. Örneğin:

Az kalsın bu topraktan çıkarmak için seni sıkıştıracaklardı. Böyle bir durumda onlar orada senin arkandan çok az bir süre kalacaklardı.” İSRA 76.

Arapçası; Ve in kâdû le yestefizzûneke minel arzı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâ

Bu ayette bahsi geçen yer Mekke’dir ve arz kelimesi ayette toprak olarak geçer.

Yenilgiye uğratıldı Rum… Yeryüzünün çok yakın bir yerinde.(Rum, 30/2-3)

Arapçası: Gulibetir rûm. Fî ednel arzı..

Bu ayette geçen yeryüzü, tüm dünya değil, Hicaz bölgesi (veya Bizans/Fars bölgesi) anlamında kullanılmıştır. Lokal bir savaş ama yeryüzü ifadesi kullanılmış.

O halde, Nuh, 71/26 ayetinde geçen ARZ kelimesini “yeryüzünde” değil de, Hz. Nuh’un kavminin barındığı bölge anlamında kabul etmek daha doğrudur. Bu durumda ayetin doğru anlamı şöyle olmalı:

Nuh şöyle yakardı: “Rabbim! Bu yörede, kafirlerden yurt tutacak/gezip dolaşacak hiç kimse bırakma.” NUH 26.

Sonuç: Nuh tufanı küresel bir afet/cezalandırma değildir.

 

 

6. Nuh’un Gemisi Nerede?

Nuh’un Gemisi Nuh Tufanından sonra nereye oturmuştur, kalıntıları hala varsa nerededir? Kur’an ve Tevrat’da  bu konuda ne yazıyor tekrar bakalım.

Kur’an’a göre

Ve su çekildi. İş bitirilmişti. Gemi, Cudi üzerine oturdu ve haykırıldı: ‘O zalimler topluluğu geri gelmez olsun!‘” HÛD 44.

Cudi Arapça’da yüksek dağ anlamına gelmekte olup Kur’an’da herhangi bir dağa, tepeye gönderme yapılmış olabilir. Peki Kur’an’da gönderme yapılan Cudi hangi Cudi’dir neyin nesidir ve nerededir.

Cudi Dağı
Cudi Dağı

Kur’an tefsirlerinde Cudi’nin Musul’a yakın bir yerde olduğundan bahsedilir. Zemahşeri, Keşşaf, Celaleyn, Beydavi ve daha bir çok tefsirlerde Cudi’nin Cezire’de mübarek ve kutsal bir dağ olduğunu belirtildiği iddia ediliyor.  Arapça yazılmış Al-Muncitte lügat ve ansiklopedide de Cudi Cizre şehrinin (bugünkü Cizre ilçesi) kuzey doğusunda Cizre’ye 45 km mesafede bir dağ olarak belirtilir. Bahsedilen dağ, bugün Cizre sınırları içinde bulunan dağ, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak ili sınırları içine düşmektedir. Şırnak ismi, “Şehr-i Nuh” anlamında çok eski bir isimdir. Cudi Dağı’nın eteğinde ismi “seksenler” anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan köyünün Nuh tarafından kurulduğuna inanılır, ve köyün ismi Nuh’un Gemisi’nde bulunduğuna inanılan seksen kişiye atfen böyle anılmaktadır. Tarih boyunca bölge halkı Şırnak merkez, Silopi ve Cizre ilçesi ve köyleri birlikte her yıl yaz aylarında Cudi dağına ziyaretler düzenler ve çeşitli etkinlikler yaparlar.

Tevrat’a göre

Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat dağlarına oturdu. Yaradılış 8:4

Ağrı Dağı
Ağrı Dağı

Ancak eski yazıdan günümüze Ararat Dağları olarak geçirilen kelimenin aslının yazılışı ” r  r t ” dir. Ünlü (sesli) harfler orijinal metinde yer almaz, okunurken ve günümüz dillerine çevrilirken konulur. Bu da Ararat olarak  yapılmıştır. Halbuki kelime Urartu  olarak da geçirilebilirdi.  Gerçekten de Tevrat’ta Urartu Ararat olarak geçer.  Yani Tevrat’taki Ararat “Ararat Diyarı” anlamındadır.  Günümüzün Ağrı Dağı  İncil’deki masoretik ünlüleştirmeden ötürü, Urartu adının “r r t” ünsüzleriyle yazılması sonucu “Ararat” adını almıştır.  Demek ki gemi Urartu’da bir yere oturmuştur. Peki neresidir bu Urartu?

Urartu devletinin yerleşim bölgesinin sınırlarını, batıda Karasu-Fırat, kuzeyde Kuzey Ermenistan dağları, doğuda Güney Azerbaycan’daki Savalan Dağları, güneyde ise Zagros Dağları’yla birleşen Doğu Torosların dış kenarı oluşturur. Urartu devletinin başkenti bugünkü Van’dır. Urartu Devletinin sınırlarında Ağrı dağı bulunur. Ağrı Dağı’na yabancılar Ararat derler. Ararat daha önce belirttiğimiz gibi Urartu demektir.

Geminin yeri konusundaki tahminler

·        Cudi Dağında Güney Doğu Anadolu’da  Cizre-Şırnak arasında – Boylamı: 42.5 Enlemi: 37.38

·        Ağrı Dağında

·        Güney Doğu Anadolu’da Harran ovasında Urfa yakınlarında – Boylamı: 38.85 Enlemi: 36.959

·        Durupınar tepesinde

·        Ağrı dağında Cudi adı verilen bir zirvede

·        Suudi Arabistan’daki El Judy (Cudi) Dağında

·        Nahçıvan’da Gemikaya (Haça) Dağında

Durupınar

Durupınar Doğubeyazıt’ın 16 km güney doğusunda. Ağrı Dağı’nın karşısında Tendürük Dağları

Durupınar
Durupınar

eteğinde, Aşağı Süphan ile Yukarı Süphan köyleri arasında. Adını Harita Mühendisi Yüzbaşı İlhan Durupınar’dan alır. İlhan Durupınar 1959 da Harita genel Müdürlüğünde hava fotoğraflarını incelerken Nuhun gemisinin kalıntısına benzer 135 m uzunluğunda, 50 m. genişliğinde, 6 m. derinliğinde bir oluşum görmüştür. Soldaki resme bakınız. Ara Güler de 1960 da bir tepeye çıkıp aynı yerin fotoğrafını çekmişti. Güler bunu şöyle anlatıyor: “...Bir gün ‘Hayat’ dergisine yüzbaşı Durupınar geldi. Askeri haritalar için uçakla fotoğraf çekerken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye benzer bir çukur görmüşler. Fotoğrafa baktım, gerçekten çok benziyor. Hemen Erzurum’a gittim, 3. Ordu Komutanı rahmetli Gümüşpala… ‘Paşam’ dedim. ‘Bu, çok müthiş bir şey… Bu fotoğrafı ben çekeyim, dünyaya yayalım…’ Paşa, bana bir uçak verdi, elimdeki fotoğraf ve haritaya göre yerini bulduk. Uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh’un gemisinin kalıbı çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince gemi çamura oturmuş, sonra da tahta olduğundan çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup kalmış.…” 

1986’da, “Jeomorfoloji Dergisi”nde Yılmaz Güner imzasıyla yayımlanan bir makalede; bir gemiye çok benzetilen sözkonusu kabartının, jeolojide “yer akması” (“earthflow”) adıyla anılan ve buzulların kaymasıyla ortaya çıkmış, son derece doğal bir oluşum olduğu öne sürülmüştü. Buna göre Nuh’un gemisinin Durupınar’da olması ihtimal dahilinde değil.

Ara Güler'in Fotoğrafı
Ara Güler’in Fotoğrafı

 

Cudi dağı

Tevrat’a göre geminin 40 gün 40 gece süren yolculuğu sonrasında Nuh’un karaya gönderdiği kuşun, ağzında bir zeytin dalıyla geri dönmesi de Cudi görüşünü oldukça destekliyor. Çünkü Ağrı Dağı’nda hiç zeytin ağacı yok, o yükseklikte olması da zaten mümkün değil. Oysa Cudi Dağı’nın güney kesimleri zeytinliklerle dolu. Ayrıca uzmanlara göre gerek yükseklik gerekse konum açısından Cudi Dağı karaya oturma açısından daha elverişli. Cudi dağı 2090 m. Ağrı dağı ise 5165 m. Bu yükseklik su altında kaldıysa neredeyse tüm dünya su altında kalmış demektir. Öyleyse ondan sonra sadece Nuh’un gemisindekilerle mi yeryüzünde tüm canlılar üremiş? Bu sorunun yanıtını bir başka yazımızda vermiştik. Yani Nuh Tufanı yöresel bir cezalandırma. Halbuki gemi Ağrı dağına oturduysa tufan küresel bir cezalandırma haline dönüşür. Demek ki gemi Ağrı dağı zirvesine oturmamış.

1953 de Alman Jeolog Friedrich Bender’in Cudi tepesinde 1. m derinlikte bulduğu katranlı bir tahtanın yaşı 1971 de yapılan karbon deneyiyle 6500 yıl olarak bulunmuştur. Eğer bu parça gerçekten tufandan kalma ise tufan MÖ 4530 da olmuştur demek gerekir. Bu da maksimum 300 yıllık hata payıyla Irak’ta yapılan kazı kalınlıklarına göre tufan yılı olarak tahmin edilen MÖ 4250 yılına denk düşmektedir.

Cudi Dağı, Tufan’ın geçtiği Gılgameş destanının yaşandığı Mezopotamya’ya Ağrı dağından çok daha yakın.

Ağrı dağının tepesi buzul ve oksijeni çok az. Gemiden çıkanlar için yaşam uygun değil.

On ikinci yüzyılın sonunda ve onüçüncü yüzyılın başında yaşamış olan coğrafyacı, seyyah Yakut el-Hamevi, bu konuda Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydetmiştir: “... Yağmur suyu yeryüzünde 150 gün kaldı. Gemi, tufanın 7. ayının 17. gününde Cudi’ye oturdu. Nuh’un ömrü 601 yılına varınca 1. ayın 1. gününde su yeryüzünde azalmaya başladı. 2. ayın 27. gününde de yer kurudu. Nuh ve beraberindekiler gemiden çıktılar. Nuh bir mescit ve Allah için kurban yeri yaptı ve kurban takdim etti” (M. Strech İslâm Ansiklopedisi Cudi Dağı maddesi). Yakut’un vefat tarihi miladi 1229’dur. Demek ki miladi onüçüncü yüzyıla kadar geminin Cudi’ye oturduğunu söyleyen Tevrat nüshası vardı.  İslâm Ansiklopedisi’nin yazdığına göre onuncu yüzyıla kadar birçok Ermeni yazarının ve daha başkalarının eserleri, Ararat’ın tufanla ilgisi olmadığını gösterir. Eski Tevrat tefsirine göre geminin, Cudi yahut Hıristiyan yazarlarına göre Gordyene, (Süryanice Fardu, Ermenice Kordukh) denilen dağlara oturduğu kabul edilirdi. Geminin Cudi (Kardu veya Kordukh) üzerine oturduğu, Tevrat’ın Arami dilindeki tefsirinde (Targumlar) görülmektedir.

17. yüzyıl Çağatayca’sının parlak temsilcisi, Ebu’l Gazi Bahadır Han‘ın 1660 yılında tamamladığı Şecere-i Terakime adlı eserde Nuh’un 0ğulları anlatılmaktadır.

… Yerden su çıktı gökten yağmur yağdı, yeryüzündeki canlılann hepsi gark oldu. Nuh Peygamber, üç oğlu ve iman getiren seksen kişi ile gemiye bindi. Bir nice aydan sonra yer, Tanrı Teâlâ emri ile, suyu kendisine çekti. Gemi, Musul denilen şehrin çok yakınında Cûdi denilen dağdan çıktı….”

 

Nisir Dağı

Gılgamış destanında ise tufanın sona erişi şu şekilde anlatılmaktadır: “Bunun üzerine anbar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü. Diz çöküp oturdum ve ağladım. Gözyaşlarım burnumun kanatlarından akıyordu. Sonra ufuklara bakarak denizin kıyısını aradım. Her yana on iki kez on iki defa bakınca denizden bir ada yükseldi. Sonunda gemi Nıssır dağına oturdu.

Bu bir yöredeki dağın ismi değildir. Burada anlatılmak istenen geminin suların çekilmesiyle birlikte deniz yüzeyinden yüksekte kalan bir bölgede karaya oturduğudur. Bu bir kurtuluş ifadesidir. Nitekim Nisir sözcük anlamı itibariyle de “kurtuluş, selamet” anlamına gelmektedir.

 

Sonuç

Kur’an’ın yanlış, Tevrat ve Eski Ahit’li İncil’in doğru olduğunu kanıtlamak için Ağrı dağında Batılılarca “GÜYA” yapılan sayısız araştırmalardan sonuç alınamamıştır. Arada tahtalar bulduk, götürüp inceleyeceğiz diyenlerden sonra ne bir ses ne bir kanıt çıkmıştır. Ancak propagandalarında başarılı olmuşlardır. Onların sayesinde ülkemizde bile neredeyse herkes Nuh’un gemisinin Ağrı Dağında olduğuna inanır olmuştur.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Kur’an’da geçen Cudi kelimesi ille de bugünkü Cudi Dağı olmayabilir. Yüksek bir dağ, tepe olabilir. Cudi Dağı da olabilir. Ama Ağrı Dağının tepeside eteği de olamaz. Nuh’un gemisinin konduğu yer artık Ağrı dağı değil Cudi Dağı da dahil olmak üzere başka yörelerde de nisbeten daha düşük yüksekliklerde Mezopotamya ve Güney Doğu Anadolu‘da aranmalıdır. Tabii kalıntılar binlerce yıldır kaldıysa.

 

 

7. Türklerin başlangıcı

Atatürk’e göre Türklerin ilk soyu

Türklerin kökenini ortaya çıkarmak Atatürk’ün en büyük isteklerinden biriydi. Atatürk’ün 1922′de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşma:

Efendiler, bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh’un oğlu Yafesin oğlu olan kişidir.

Konuşmanın orijinal metni: “Efendiler! Bu dünyayı beşeriyette asgari yüz milyonu mütecaviz nüfustan mürekkep bir Türk Milleti azîmesi vardır. Ve bu milletin sahai arz­ daki vüsati nispetinde sahai tarihte de bir de­rinliği vardır. Türk Milletinin ceddi âlâsı olan Türk namındaki insan, ikinci eblülbeşer Nuh Aleyhüsselâmın Oğlu Yafes’in oğlu olan zattır.”       1. Dönem, 3. Yasama Yılı,130. Birleşim, 1 Kasım 1922 (1.11.1338) https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c024/tbmm01024130.pdf


Nuh’un çocukları

Hz. Muhammed’den nakledilen bir rivayete göre, Nuh’un üç oğlu olmuş ve bu oğullarının her birinden farklı insan soyları türemiştir. Nuh’un bu oğullarından birisinin adı Sam’dır ve onun soyundan Araplar, İranlılar ve Rumlar geldiler. Diğer oğlunun ismi ise Yafes’tir ve onun soyundan ise Türkler, Sekalibeler, Yecüc ile Mecücler (Çinliler) geldi. Üçüncü oğlunun adı ise Ham’dır ve onun soyundan ise Kıbtıler, Sudanlılar ve Berberiler geldiler. Yafes Arapça eserlerde Yafes bin Nuh (Nuh’un oğlu) diye geçer. „Yafes İncil’de de Nuh’un oğullarından biri olarak geçer. Bazı Türk kaynaklarında Yafes “Bulca Han” olarak adlandırılmıştır.

Asya kökenli dinî mitolojide, insanlar tufan sonrasında Hazreti Nuh’un üç oğlundan türemişlerdir. Adları Yafes, Ham ve Sam’dir.

Bazı tarih kitaplarında Yafes’in tufandan sonra Hazar denizinin kuzeyine yerleştiği, Türk soyunun atası olduğu kaydedilmektedir.

Yafes’in oğullarına gelince, bu konuda birbirine çok yakın kaynaklar görmekteyiz.


Divanü Lügati’t Türk

Kaşgarlı Mahmut, Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazdığı Türkçe-Arapça sözlük olan Divanü Lügati’t Türk adlı kitabında, Türklerin kökünün Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu Türk’e dayandığını belirtmektedir.

Kitabın önsözü şöyle başlar:

Esirgeyen, koruyan Allah’ın adıyla Tanrı’nın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm.  Allah onlara Türk adını verdi. Ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Hak’tan ayrılmayan Türkler, Allah tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir..

 Kaşgarlı Mahmut Türkler boyları hakkında önemli bilgiler verir. Örneğin: “Türkler aslında yirmi boydur. Bunların hepsi Tanrı kutsal kılası Yalavaç Nuh oğlu Yafes oğlu “Türk”e dek ulanır. Bunlar –Tanrı kutsal kılası Yalvaç İbrahim oğlu İshak, İshak oğlu Iysu, Iysu oğlu “Rum”u andırır. Bunlardan her bir boyun birçok oymakları vardır ki sayısını ancak Ulu Tanrı bilir

Mahmud_al-Kashgari_map_(Türkçe)

Kâşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda çizdiği Türklerin bulunduğu bölgeleri gösteren harita

Kâşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda Balasagun'u merkez alarak çizdiği yukarıdaki dünya haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermektedir.

Harita, Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde doğu, batı, kuzey, güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İdil boylarına yani Kıpçaklar ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Eserde güneybatıda Habeşistan, güneyde Hint ve Sint, doğuda Çin ve Japonya ve batıda Mısır gibi birçok ülke bulunmaktadır.


Mücmel’üt-Tevarih ve’l-Kısas

Bütün insanları Nuh’a bağlayan rivayetin en ayrıntılı bilgilerini veren, Hamadanlı bir Türk sûfî tarafından 1126’da Büyük Selçuklu Sultan’ı Sencer’e sunulan el yazması “Mücmel’üt-Tevarih ve’l-Kısas“daki  Türklerle ilgili  bilgileri Ramazan Şeşen’in ” İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri” kitabındaki çevirisinden okuyalım:

Türklerin nesebi hakkında……Nuh Peygamber Tufandan sonra yeryüzünü çocukları arasına paylaştırınca, Ceyhun tarafını Yafes’e verdi… Yafes’in yedi oğlu vardı: Çin, Türk, Hazar, Saklab, Rus, Yecuc-Mecuc’un babası olan Misek ve Bulgar ve Burtasların babası Kemâri. Bu çocukların herbirinin nesli ve sülalesi oldu. Her birinin bir çeşit dili vardı. Doğu taraftaki toprakları kendi aralarında paylaştılar.
Bu oğulların huylarına gelince, Çin çok akıllı ve terbiyeli, Hazar sakin ve az konuşurdu. Rus hilekâr ve ihtiyatlı biriydi. Saklap yumuşak kalpli olub Misek çok yaşamamıştı. Onun oğlu olan Guz hileci ve kurnazdı. Dedesi Yafes onu oğullarından daha çok severdi. Kemâri oyunu seven ava ve işrete düşkün biriydi. Türk edepli, akıllı ve doğru kalpliydi.
Türk (kendisine yarar bir yerleşme bulmak ümidiyle), bütün doğu ülkelerini gezdi ve kendisine uygun bir yer buldu. Hoşlandığı bu yerin adına Issık göl adını verdi ki Türkçede ıssı (sıcak) göl demektir. Burada küçük bir deniz vardı, suyu sıcaktı. Çeşmeler çoktu, etrafı dağlarla çevrilmişti. Otu bol, suyu da çok hoştu.

Türk Tanrı’ya şükretti ve burasını kendisine yurt etti. Yafes’in oğulları arasında Türk ve Hazar akıl sahibi idiler. Fakat diğer oğullarından hayır yoktu. Geceleyin yanındaki dağın üzerinde ateş görüldü. Ertesi günü ortalık aydınlanınca Türk o dağın tepesine çıktı. Fakat ateşten hiçbir eser görmedi. Fakat Türk orasını hoş buldu; yayla ve meralarını hoş ve sevindirici buldu. O dağa Iduk-art adını verdi ki bugün dahi aynı adı taşımaktadır. Sonra ağaçtan ve otlardan evler yapmayı emretti. Bundan evler (khargah) yaptılar. Barınmak için koyun derisinden kaban-üstlük ve börk yapılmasını buyurdu, bu adet bugüne kadar gelir. Kitaplardan okuduğuma göre Türk’ün bu memlekette yerleşmesi anında talihi Esed yıldızı olmuş ve o saatin sahibi Merih’in ayla, Zühre yıldızının kavsle bulunduğu dakika olmuştur Türk’ün hem kan dökücü, hem de güzel yüzlü olmasının sebebi bundandır.
Türk’ün çocukları oldu ki Tutel, ǁigil, Barshan ve İlak. Bugünkü Barshanlılar, İlaklılar ve Çigiller bunların çocuklarıdırlar. Derler ki Tutel, bir gün avlanmaya gitmişti. Birşey yemek istedi; yerler tuzlu imiş. Elindeki lokmayı düşürdü, yeniden aldı. Yediğinde daha hoş buldu. Buradan tuz getirip yemeğe koymayı emretti”. (Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına göre Türkler ve Ülkeleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları, Ankara 1985).


Şecere-i Terakime

Oğuz Kağan Destanı  Yafes’in Türk oğlundan bahseder. Yafes’in Türk adında bir oğlu olduğunu iddia eden daha başka isimler de var. Mesela 17. yüzyıl Çağatayca’sının parlak temsilcisi, Ebu’l Gazi Bahadır Han‘ın 1660 yılında tamamladığı Şecere-i Terakime adlı eserde Nuh’un 0ğulları anlatılmaktadır:

… Yerden su çıktı gökten yağmur yağdı, yeryüzündeki canlıların hepsi gark oldu. Nuh Peygamber, üç oğlu ve iman getiren seksen kişi ile gemiye bindi. Bir nice aydan sonra yer, Tanrı Teâlâ emri ile, suyu kendisine çekti. Gemi, Musul denilen şehrin çok yakınında Cûdi denilen dağdan çıktı. Gemiden çıkan insanların hepsi hasta oldular. Nuh Peygamber üç oğlu ve üç gelini ile iyileştiler. Onlardan başka insanların hepsi öldüler. Ondan sonra Nuh Peygamber, üç oğlunun her birini bir yere gönderdi. Ham adlı oğlunu Hindistan ülkesine gönderdi. Sam adlı oğlunu İran memleketine gönderdi ve Yafes adlı oğlunu Kuzey Kutbu tarafına gönderdi. Ve üçüne dedi ki: İnsanoğullarından siz üçünüzden başka kimse kalmadı. Şimdi üçünüz üç yurtta durun. Ne zaman çoluk çocuğunuz çoğalırsa, o yerleri yurt kılıp oturun, dedi. Yafes’e bazıları peygamber idi demişler ve bazıları peygamber değil demişler. Yafes babasının emri ile Cudi Dağı’ndan gidip Itil ve Yayık suyunun yakasına vardı. İkiyüzelli yıl orada durdu, sonra vefat etti. Sekiz oğlu var idi. Çocukları pek çok olmuştu. Çocuklarının adları şunlardır: Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimeri. Yafes öleceği sırada büyük oğlu Türk’ü yerine oturtup, diğer çocuklarına dedi ki: Türk’ü kendinize Padişah bilip, O’nun sözünden çıkmayın, dedi. Türk’e Yafes oğlu diye lâkap takdılar. Çok edepli ve akıllı insan idi.. Babasından sonra bir çok yerleri gezdi ve gördü. Sonra bir yeri beğenip orada oturdu. Bu gün o yere Isığ Köl derler. Çadır evi (otğaı) o çıkardı. Türkler’in içindeki bazı adetleri var, ondan kaldı. Türk’ün dört oğlu var idi. Birinci Tütek, İkinci, Çiğil (Çekel), üçüncüsü Barsçak (Berseçar), dördüncüsü Amiak (Emlak). Türk ölecegi sırada Tütek’i kendi yerine padişah kılıp uzak sefere gitti. Tütek, akıllı ve devletli iyi padişah idi. Türk içinde çok adetleri o peydaladı. Acem padişahlarından ilki Keyumers ile muasır idi. Günlerden birgün ava çıkıp, geyik öldürüp, kebab kılıp, yiyip oturmuştu. Elinden bir doğram et yere düştü. Onu alıp yiyince ağzına çok hoş tad geldi. Çünkü o yer tuzla idi. Yemeğe tuz koymağı o çıkardı bu tuz adeti ondan kaldı. İkiyüz kırk yıl ömründen geçtikten sonra oğlu Amılca Han’ı kendi yerine oturtup gidilse gelinmez denilen şehre gitti”. Not: Bu ve benzer eserlerde geçen Nuh ve ailesine ilişkin ömürler kameri (ay) takvime göre verilmektedir mesela 240 yıl yaklaşık 240/12= 20 miladi yıla karşılık gelir.

Bu bilgiler sonradan, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan ve 2000 yılında tıpkıbasımı yapılan tarihi şahsiyetlerin şeceresini listeleyen 1094 hicri / 1682 miladi tarihli “Haza-Kitab-ı Silsile-Name” gibi, başka müelliflerin yazdıklarına ve Atatürk’e de kaynaklık etmiştir.


Yafes’in oğlu Gomer

Bazı kaynaklara göre ise Türkler Yafes’in oğlu Gomer’den  (Gomar-Kemari-Kimmer) gelmektedir.

The Imperial Dictionary’de, Türkmenlar (Turkomans) Gomer’in soyundan gelen Türkler olarak zikredilmiştir.


Yafes’in torunu Togarma

Nuh’un oğlu Yafes soyu Tevrat’ta şu şekilde geçer: “Yafes’in oğlu Gomer’den üç çocuk olur: Askenaz, Rifat ve Togarma” (10. bölüm).

Hazar Yazışmaları, 954 – 960 yılları arasında, Endülüs Emevi Başkenti Córdoba halifesi III. Abdurrahman’ın (III. Abdül-Rahman) dışişlerinden sorumlu sekreteri İspanya Yahudilerinden Hasday bin Şaprut (Hasdai İbni Şaprut) ile Hazar Kağanı Yosef (Joseph) arasında gerçekleşen mektuplaşmalardır. Hazarlar tarafından yazılıp da günümüze kadar gelen az sayıdaki belgelerden biri olup Hazar tarihi hakkında bilgi sunan ender “İbrani” kaynaklardandır. Arthur Koestlerin “13. Kabile” kitabında bu yazışmalar ayrıntılı olarak verilmektedir. Hazar Kağanı ve çok  ateşli bir  Yahudi milliyetçisi olan Joseph Hazarların sonradan Yahudi dinine döndükleri hakkında bilgiler verir, kendi halkının ırk  kökenlerini Nuh’un oğlu Sam’a dayandırmaya  kalkışmaz.  Hazarların Sam  soyundan değil, Nuh’un  üçüncü oğlu  Yafes’in soyundan geldiğini, daha açık konuşmak gerekirse, Yafes’in torunu ve  bütün Türk boylarının atası olan Togarma’nın  soyundan geldiklerini anlatır.  Kesin  bir  ifadeyle şöyle  der:   “Atalarımızdan kalan soy  kayıtlarımızdan öğrendiklerimize göre, Togarma’nın  on oğlu  vardı. Bunların  soylarından Uygur, Dursu, Avar, Hun, Basili, Tarniak,  Hazar, Zagora, Bulgar ve  Sabirler gelmektedir. Biz yedinci oğul  olan Hazar soyundan geliyoruz.”

Hazarların atası Togarma kabilesi/sülalesi yani Togarlar, Doğu Asya’da üstün askeri nitelikleri ile bilinen bir Türk kavmidir.

Yazışmalarda adları İbranî alfabesiyle yazılmış diğer boyların bazılarının kimliği kesinlikle anlaşılmış sayılamaz, ama bunun da pek bir önemi yoktur.  Türk kavimleri oldukları diğer kaynaklarda doğrulanmaktadır.


Gomer soyu Kimmerler

Prof. Yusuf Ziya Yürükoğlu’na göre Gomerler, Ön Türk kavmi olan Kimmerlerdir. (Prof. Yusuf Ziya [Yürükoğlu], Dil Tetkiklerinden Samiler-Turaniler, C.2, Birinci Kısım, Marifet Matbaası, İstanbul 1934).

İskitler gibi Türk oldukları iddia edilen Kimmerler MÖ. 714’te Sakaların saldırılarından kaçarak Urartu sınırını aşmış ve Orta Anadolu’ya girmişlerdir. Daha sonra Karadeniz’in güney kıyısı boyunca ilerleyerek Sinop’ta üslenirler, Orta Karadeniz’de uzun bir dönem egemen olurlar. Ünye’de bulunan bir gümüş kap Ekrem Akurgal (Akurgal 1969: 224vd. P1.67) tarafından M.Ö. 6. yüzyılın sonuna tarihlendirilmekte ve Kimmer sanatının son yapıtlarından biri olarak nitelendirilmektedir.

Prof. Dr. Taner Tarhan bir makalesinde şöyle yazar: “Kimmerler ve İskitler Eskiçağ’daki ‘Türk Kültür Tarihi’nin, daha genel bir deyişle de ‘Millî Tarihimiz’in ilk temsilcileridir. Büyük tarihçi Prokopius, Kimmerleri doğrudan Bulgarlar’ın atası olarak gösterir. İran-Hazar rivayetleri de Bulgarların atası olarak ‘Kimarî’den (Kimmer) bahseder. ‘Mücmel el-tavarih’te Yafes’in yedinci oğlu ‘Kemari’nin (Kimmer) Bulgarların babası olduğu yazılıdır.

Macar mitolojisinde, “Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde Kimmerlerin Kutirgur ve Utirgurların (Bulgarların) ataları olduğu ifade edilmektedir. Bulgarlar Hazar Türklerinin yakın akrabaları sayılmaktadırlar.

Bunlardan çıkarılabilecek ortak sonuç Türklerin soyunun Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu Türk’ten geldiği, Kimmerler, İskitler, Bulgarlar, Sabirler, Avarlar, Hazarlar, Uygurlar, Hunların Türk soylu oldukları şeklindedir. Bazı soy kaynaklara bakılırsa Türk, Turak, Gomer ve Kemari (Kimeri) aynı şahıstır.


Beyaz ırk-Türkler

Tevrat rivayetlerinde ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş. Yafes’e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş, Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan “TÜRK”e bırakmıştır. Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Türk Adı, Türk Soyu, Türler’in AnaYurdu ve Yayılmalan” adlı makalesinde şöyle demektedir: “… bilindiği üzere Tevrat’ta nakledilen eski ananelerde Türk soyu Ham ve Sam‘dan değil, Yafes’den türemiş olarak beyaz ırktan gösterilmiştir. Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünnehir ve diğer Yakın-Doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü ay yüzlü, badem gözlü, endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Gök-Türk Prensi Kül Tegin‘in büstü Orta çağ kaynaklarında güzelliğe misal olarak gösterilmiş, hatta İran edebiyatında “Türk “sözü güzel insan” manasında alınmıştır.”

Türk tarih profesörü Bahaddin Ögel, Türk soyunun beyaz ırka mensup olduğunu belirtmektedir. İslam Ansiklopedisi’nde, Türklerin beyaz tenli, koyu parlak gözlü, ay yüzlü, badem gözlü, endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Orta Çağ kaynaklarında güzelliğe misal olarak gösterildiği belirtilmiştir. Türk tarih profesörü Osman Turan, Çin kaynaklarının Türklerden, Kırgızlardan bahsederken kumral saçlı, mavi gözlü ve uzun boylu olarak ifade etmektedir. İslam, Ermeni ve Bizans kaynakları Türklerin Kuman, Peçenek ve Bulgar Türklerinin sarışın, beyaz tenli ve uzun boylu olduklarını belirtmektedir. Ruslar ve Almanlar, Kumanları sarışın anlamlarına gelen “Polovtsi” ve “Falben” biçiminde adlandırmışlardır. Tüm Avrupa, Rusya, Kızılderililer ve kuzey Hintliler dahil, 1 milyardan fazla insanın atalarının Türkler olduğu bir başka yazımızda irdelenmektedir OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Bütün bunlar gösteriyor ki Türkler günümüzde Kafkasyalı  denen yani Avrupalı beyaz ırka mensuptur ve bu ırkın atalarıdır.


İran Kültürüne göre

Türk kimliğinin farklı bir inşası çalışması da İran kültürü içerisinde görülmektedir.   Bazı İran tarihçileri, İran tarihinde çok önemli bir yer tutan Feridun’un Nuh olduğunu ileri sürmüşlerdir. Nuh’un/Feridun’un yeryüzünü Salm, Irak ve Turak (Türk) adlı üç oğluna pay etmesinden hareket edilerek böyle bir iddiada bulunulmuş olması muhtemeldir. Firdevsi’nin Şehname’sine göre Feridun’un payından Salma’a bugünkü İran ve havalisi, Irak’a bugünkü Irak ve havalisi, Turak’a ise Orta Asya ve Çin havalisi  düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm’a saldırarak İran ve havalisini almış, daha sonra Turak’a saldırmıştır. Irak, Turak’ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Bunlar rivayetlerde İran-Turan savaşları olarak geçer. Sonunda  Turak’ın torunu “Afrasyap” Irak’ın torunun “Muncihir”i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmış. Bu tarihten sonra Ceyhun nehri doğusunda “Turan“, batısına da “İran” denmiş.

Eski İran inancı olan Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Zend-Avesta’ya göre de Feridun’un üç çocuğundan birisinin ismi Tur’dur ve bazılarına göre Türk isminin kökeni buna dayanmaktadır (Tur, Turac, Turc).


Alp Er Tunga

M.Ö. 7.-6. yüzyılda Kang-kü veya Kengeres diye adlandırılan bölgenin Türk hükümdarı olarak gösterilen Afrasyab’dan, Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğu-Turan hükümdarı ve Saka (İskit) İmparatorluğu Kağan’ından bahsedilmektedir. Karahanlıların, Uygurların, Selçukluların soyundan geldiklerini kabul ettikleri Afrasiyab’ın İskitleri Devlet haline getirdiğine inanılır.

Kaşgarlı Mahmut da Türklerin büyük hakanı Afrasyab’ın Türk adı Tonga Alp Er’dir diyerek Alp Er Tunga’yı Turan Hükümdarı ile yani İran Destanı Şehnamedeki Nuh’un oğlu Turak’ın Turan Hükümdarı torunuyla birleştirmiştir.


Kur’an’a göre Nuh’un gemisinin yeri

Ve su çekildi. İş bitirilmişti. Gemi, Cudi üzerine oturdu ve haykırıldı: ‘O zalimler topluluğu geri gelmez olsun!‘” HÛD 44.

Cudi, Güneydoğu Anadolu’da, Şırnak ve Silopi ilçe merkezleri arasında yer alan 2.114 m’lik yüksekliğe sahip dağ. Şırnak ismi, “Şehr-i Nuh” anlamında çok eski bir isimdir. Arapça yazılmış Al-Muncitte lügat ve ansiklopedide de Cudi, Cizre şehrinin (bugünkü Cizre ilçesi) Kuzey Doğusunda Cizre’ye 45 km mesafede bir dağ olarak belirtilir.

Cudi Dağı’nın eteğinde ismi “seksenler” anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan köyünün Nuh tarafından kurulduğuna inanılır, ve köyün ismi Nuh’un Gemisi’nde bulunduğuna inanılan seksen kişiye atfen böyle anılmaktadır. Tarih boyunca bölge halkı Şırnak merkez, Silopi ve Cizre ilçesi ve köyleri birlikte her yıl yaz aylarında Cudi dağına ziyaretler düzenler ve çeşitli etkinlikler yaparlar. Kimilerine göre Heştan değil Cizre, Hz. Nuh ve oğulları tarafından kurulmuştur.

Tevrat’ta Nuh’un gemisinin oturduğu yer eski yazıyla ” r  r  t ”  olarak yazılıdır. Baş, son ve aralardaki ünlü (sesli) harfler yazım dilindeki kelimelerde yer almaz, okunurken ve günümüz dillerine çevrilirken konulur. Bu çeviriler de Ararat olarak  yapılmıştır. Halbuki kelime Urartu  olarak da okunabilir. Urartu Cudi dağını da içine alan günümüz Doğu Anadolu bölgesi. Böylece Tevrat’ta Kur’an’da ve eski eserlerde aynı bölgeye işaret edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Kur’an’ın yanlış, Tevrat ve Eski Ahit’li İncil’in doğru olduğunu kanıtlamak için Nuh’un gemisinin Ağrı Dağında olduğunun empoze edilmek istendiği bir başka yazımızda ayrıntılı olarak açıklanmıştır. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Sonuç

“Türk” ismi ilk olarak Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu ve soyunda ortaya çıkmıştır.

8. Nuh oğluyla cep telefonu ile mi görüştü?

Ocak 2018’de TRT’deki bir programa katılan İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Örnek, “Hz. Nuh ile oğlu cep telefonuyla konuştu” demiş. Sosyal medyada kendisiyle dalga geçilmiş ve konunun anlatıldığı Kur’an ayetinin yanlış ve mantıksız olduğuna kadar sohbetler uzamış.

Bunu iddia eden kafayı yemiş deyip işin işinden sıyrılmak kolay çözüm. Ben ise hep zor çözümleri zorlamışımdır. Farklı bakış açıları sayesinde incelemelerim Google’da top trend yapmıştır, yapmaktadır. Nuh Tufanı ile ilgili araştırmalarım da buna dahildir. Bu nedenle İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesinden Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Örnek’in yukarıdaki iddiasını da inceleme gereğini duyuyorum.

Önce ilgili Kur’an ayetini okuyalım:
Gemi onları, dağlar gibi dalgalar üstünden yürütüp götürüyordu. Nuh onlardan ayrı bir yerde duran oğluna seslendi: “Oğulcuğum, bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma. Oğlu cevap verdi: “Bir dağa sığınacağım, beni sudan korur.” Nuh dedi: “Allah’ın merhamet ettiği dışında hiç kimse için Allah’ın kararından kurtaracak yoktur.” Ve ikisi arasına dalga girdi de o, boğulanlar arasına katıldı.” HÛD42- 43.

YORUM

Tufan başlamış, gemi hareket etmiş, dalgalar dağlar gibi yüksek. Hz. Nuh böyle bir halde oğluyla nasıl konuşabilir?
Oğlu hem tepe gibi daha yüksek hem de duyum açısından yakın bir yerde olmalı. Dağlar gibi yüksek dalgaların varlığında böyle bir yer?
Diyelim ki böyle bir yer vardı ve diyelim ki iki insan arasındaki konuşmalara imkan verecek uzaklıktaydı.

Kazın ayağı öyle değil

Hz. Nuh diyor ki: Oğlum gemiye bin. İyi ama gemi hareket etmiş, dalgalar dağlar gibi. Oğlu istese bile gemiye nasıl binecek? Koskoca Hz. Nuh, yeryüzünün gördüğü geçirdiği en büyük tufanına dayanıklı gemi projesi yapıp inşa edecek (hem de o zamanın olmayan teknolojisi ve imkanlarıyla) kadar aklı başında bir peygamber böyle bir teklifi nasıl yapabilir? Hadi o duygusal olarak teklif etti diyelim. Ya oğlunun verdiği: Gelmiyorum, ben kaçar kurtulurum cevabı? En azından “artık çok geç istesem de gelemem” falan diyebilecekken, ama öyle demiyor. Demek ki oğlunun öyle bir durumda gemiye katılma olasılığı vardı.

Acaba var mıydı?

Olasılık 1: Olabilir.
Olasılık 2: Kur’an ayeti mantıksızdır, yanlıştır.

Sümer tabletleri

Sümerlilerce yazılan Gılgamış Destanı’nında Tufan hakkında çok ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Destan ile Tevrat arasındaki paralellik ve benzerlik, çok açıktır. Tevrat’ta anlatılan Tufan destandakinin adeta bir kopyasıdır. Sadece adlar farklıdır.

Sümer tabletlerinde başka şeyler de vardır. Örneğin en ince detaylarıyla uzaylıların Dünya’ya gelişi, geliş sebebi, gelirken geçtiği gezegenlerin detaylı bilgileri gibi konular. Dünyalı Sümer halkı onlara Tanrılar der, onlar için çalışır, kutsar ve bu durumu yadırgamaz: “Nibiru’dan yola çıkıp yedinci gezegene dek çok tehlikeli bir yolculuk yaptık. Başarıyla indik Dünya’ya; çok iyi şeyler başardık, bir ordugah kurduk. Bu gün dinlenme günü olsun…Bundan böyle burası uzaklardaki yuva anlamına Eridu adıyla biline. Sözümüzü tutalım, Eridu’lu Alalu’yu komutan ilan edelim. Toplanan kahramanlar hep birlikte bağrışıp onayladılar….Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki yedinci gün oldu.”

Nibiru denilen gezegende yaşayan halkın, iklimin bozulması sonucu, atmosferi düzeltmek için araştırmalara girmesi, asteroid kuşağı ötesinde, Dünya’nın da bulunduğu gezegenlerde, atmosferi düzeltmek için gerekli olan altının bulunduğunun keşfedilmesi, bu arada da yaşadıkları iktidar savaşları anlatılır.

Tevrat’ta ayrıca peygamber Hezekiel ve başkaları tarafından dünya dışı yaratıkların gökten korkunç gürültülerle ve dumanlar saçarak indiği, Bölüm 19’da Sodom ve Gomorra’nın dünya dışı varlıklarca nükleer benzeri bir bombayla yok edildiği anlatılır. Bunlar günümüzde bile var olmayan ileri  teknolojiler. Nuh’un gemisi de öyle ileri teknoloji ürünü olabilir. Cep telefonu zaten günümüzde var olan teknoloji.

Kur’an ayetinin yanlış ve mantıksız olduğunu düşünmüş olanlar bence bir daha düşünmeli.


Kaynaklar

 

Nuh’un Gemisi’nin  Çözülemeyen Esrarı, Tarık Dursun K. 1988, http://antrak.org.tr/gazete/111999/agridagi1.htm

 

The Explorers of Ararat: And the Search for Naoh’s Ark http://www.noahsarksearch.com/index.htm

 

Prof. Süleyman Ateş Ağrı mı Cudi mi? Gazete Vatan,03.05.2010 http://www.gazetevatan.com/suleyman-ates-303403-yazar-yazisi-agri-mi-cudi-mi-/

http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=show_qna&id=3141

 

Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, Türkler’in Soy Kütüğü, Tercüman 1001 Temel Eser.

 

Tanrıların Arabaları. Erich von Daniken. Varlık Yayınları. İstanbul.

 

Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’daki İslam, Yeni Boyut, İstanbul 1997.

 

Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Yeni Boyut, İstanbul 1997.

 

Gılgamış Destanı’nda Tufan. Evren ve İnsan. 29 Mayıs 2011. https://insanveevren.wordpress.com/2011/05/29/gilgamis-destaninda-tufan/

 

Nuh Peygamber’in türbesi-5. Özkan Altıntaş. Türkiye Turizm  11.6.2015. http://www.turkiyeturizm.com/news_print.php?id=27886

 

Mifoloji baxımdan Ağrı Dağı və Gəmiqaya. TURGUT ÖCAL. Iğdır Üniversitesi Türk Dili Emekli Öğretim Görevlisi http://www.qedim.nakhchivan.az/index.php?option=com_content&view=article&id=104:turgut-oecal-mifoloji-baxmdan-ar-da-v-gmiqaya&catid=44:simpozium-mqallr&Itemid=80

 

Nahçivan’da Nevruz Geleneklerinin Dünü Ve Bugünü. Asker Kadimov.Doç. Dr., Nahçıvan Devlet Üniversitesi Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi, Türkiye Türkçesine Aktaran: Mustafa Kalkan. Niğde Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi. https://www.academia.edu/9887901/Azerbaycanda_Nevruz_II

 

Gılgameş’te Nuh Tufanı. Bülent Pakman. Nisan 2016. https://bpakman.wordpress.com/turk-dunyasi/eski-turk-devletleri-turk-yurtlari-turk-topluluklari/on-turkler/nuhun-gemisi-nerede/gilgamestufan/

 

Türklerin başlangıcı. Bülent Pakman http://wp.me/PAexV-4ye

 

BÜLENT PAKMAN. Nisan 2016. Ekleme Kasım 2019.  Güncelleme Eylül 2022. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.



Şahdağ Azerbaycan 2013
Bülent Pakman kimdir?

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder