Filistini Mustafa Kemal mi kaybettirdi?
Özet
Bu
yazıda 1. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun durumu, Arap Yarımadasının
kaybedilme sebepleri, Arap yarımadası cephelerinde Mustafa Kemal'in
gelişinin öncesinde ve sonrasında neler olup bittiği, Mustafa Kemal'in
bu cephedeki rolü anlatılmaktadır.
İçindekiler:
-İpe sapa gelmeyen iftiralar
-Belgesiz ve ümitli
-Osmanlı’nın savaşa girmesi
-Savaşa girerken Osmanlı Ordusunun durumu
-Mustafa Kemal gelmeden önce Arap Yarımadası
-Basra Cephesi
-Kanal Harekatları - Sina Cephesi
-Hicaz ve Yemen Cepheleri
-Müslümanın Müslümanı arkadan vurduğu Akabe
-Burası Huştur yolu yokuştur
-Irak Cephesi
-Filistin Cephesi
-Artık İsrail kurulabilir
-Osmanlı orduları sürekli çekiliyor
-Seydibeşir Usare Kampı
-Bütün bunlar sırasında Mustafa Kemal nerelerdeydi?
-Vahdettin’in Mustafa Kemal’e ilgisi
-Yıldırım Ordusunun Mustafa Kemal’den önceki hali
-Nablus (Mecidiye-Megiddo) muharebesi
-Düşmana karşı bire on
-Çekilme emrini veren Sanders
-Şam’dan çekiliş
-Halep günleri
-Katma Meydan savaşı
-Mustafa Kemal'in Yıldırım Orduları Komutanlığı
-Mustafa Kemal Milli Mücadeleyi başlatıyor
-Düşmana karşı direnelim
-Sorular-Cevaplar
Arap yarımadası birden bire mi kaybedildi?
Nablus yenilgisinin sorumluları kimlerdir?
Liman von Sanders yeteneksiz miydi?
Mustafa Kemal neden sonuna kadar savaşmadı?
Türk askerinin cesaret ve kahramanlığına ne oldu?
Mustafa Kemal çekileceğini haber vermedi mi?,
Mustafa Kemal Şam'ı neden savunmadı?,
Mustafa Kemal barıştan başka çare kalmadığını ne zaman anladı?
Yıldırım Ordusunun komutanları ne dediler?,
Mustafa Kemal, Enveri neden sevmedi?,
Mustafa Kemal mevki talep etti mi?
Mustafa Kemal Lawrence ile görüştü mü?
Mustafa Kemal Allenby ile görüştü mü?
-Sonuç
-Yararlanılan kaynaklar
İpe sapa gelmeyen iftiralar
Birinci
Dünya savaşında Filistin cephesi birden bire çökmüş, çöküşüne Mustafa
Kemal sebep olmuş. Daha savaşmadan tek çareyi İngilizlerle anlaşmakta
görmüş. Hiç bir "maddi menfaat" gözetmeksizin İngiliz orduları komutanı Allenby ile "gizlice"
görüşmüş. Komuta ettiği orduyu kimseye haber vermeden, savaştırmadan,
savaş meydanını terk ettirmiş, sağında ve solundaki iki orduyu yalnız
bırakarak onların mahvolmalarına sebep olarak, hiçbir tazyik görmeden
Halep'e çekilmiş. Bunun üzerine memleket tek kalemde tepetaklak olmuş ve
Mondros'un imzası zarureti doğmuş. Bundan sonra önce Yıldırım Orduları
Kumandanlığının daha sonra da Harbiye Nazırlığının kendisine
verilmesini İstanbul'dan istemiş...
Belgesiz ve ümitli
"İslamcı" ve sözde "Osmanlıcı"lar
Mustafa Kemal Atatürk'ü üstü örtülü bir şekilde vatana ihanetle suçlama
fırsatını yakalamış olmanın sevinciyle mal bulmuş mağribi gibi bu
safsatalara sarılmaktalar. Bu dedikoduların sahibi bir tarihçi falan değil. Sözde şair Necip Fazıl Kısakürek. Elinde belge falan yok. Zaten salladığını da saklamıyor: "Belgelerin bulunacağından ümidim var...Mustafa
Kemal'in Allenby ile temaslarda bulunduğunu bir gün tarih tesbit
edecektir, tarih ayrıca bir gün bu konuyla ilgili bir sürü telgrafın da
müsveddesini bulacaktır". Ümit aslında fakirin
ekmeği olarak bilinir ama bu kez salağın ekmeği olmuş. Ayrıca al birini
vur ötekini diğer salaklara göre ise Mustafa Kemal'in görüştüğü Allenby
değil Lawrence.
Necip Fazıl ve ondan kopya çeken Mustafa Armağan ve Kadir Mısırlıoğlu gibilerinin attığı çamurun olayın aslını bilmeyenlerde izi kalmaması için gelin hikayenin başına dönelim.
Osmanlı'nın savaşa girmesi
1. Dünya Savaşı, “Dünyanın ilk Petrol Savaşı” olarak da bilinir. Savaştan
önce İngilizlerin gözü Orta Doğu Petrollerindeydi. Osmanlı savaşa girse
de girmese de en azından Arapları ayaklandırarak Orta Doğu'yu ele
geçirmeyi planlarını çoktan hazırlamışlardı. Rusları da Boğazlardan
rahatça geçeceksiniz diye kandırarak İtilaf birliğine dahil ettiler.
Orta Doğu çok önemliydi ama o derece de geniş ve zor bir coğrafyaydı.
İngilizler gizli servislerini de seferber ederek buraya var güçlerini
harcadılar ve öteden beri hazırlıklarını yaptıkları Osmanlı'yı petrolün
üzerine oturmuş olan Araplarla vurma planlarını uygulamaya koydular.
Arap
yarımadasını Osmanlının elinden alma amacının bir sebebi daha vardı. O
da Filistin'de İsrail devletini kurmak. Nitekim savaş devam ederken
İngilizler 2 Kasım 1917’de Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulacağına
dair Balfour beyannamesini yayınlayacaklardı.
Osmanlı
çareyi Almanya ile ittifak yapmakta buldu. Genelde eleştirilir savaşa
girmek yanlıştı, Almanlar zorla soktular, oldu bittiye getirdiler falan
diye. Aslında yanlış olan öyle düşüncelerdir. Osmanlı savaşa girmeseydi
de İngilizler, Orta Doğu petrolleri ve arka planda İsrail devleti
planları yüzünden yine Araplarla birlikte Osmanlı'ya saldıracaklardı.
Savaşa girerken Osmanlı Ordusunun durumu
Osmanlı,
Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmış olduğundan, yeterli hazırlıkları yapma
imkânı ve zamanı olmadığından ve en önemlisi yanlış kurmay
yönetimlerinden dolayı savaşının ilerleyen dönemlerinde büyük
olumsuzluklarla ve felaketlerle karşı karşıya kaldı. Savaşa ekonomisinin
çöktüğü bir dönemde girmişti, 9 cepheye bölündüğü böyle büyük çaplı bir
savaşın altından kalkamadı.
Açlık
ve hastalıklar savaştan daha çok ölüme neden oldu. Ülke çapında
asker-sivil açlık ve salgınlardan dolayı 3 milyon kişi hayatını
kaybetmişti. Kimse kesin olarak ne kadar asker kaybedildiğini
hesaplayamadı. Ordu defterlerine göre Osmanlı ordusunun asker sayısı 2
850 000 idi. İlginç olan, hastane kayıtlarına göre hastaneye sevk
edilenlerin sayısının 3 155 138 kişi olmasıydı. Aslında hastaneye de
götürülmeden tedaviler, bazılarının birden fazla kez hastaneye sevk
edildiği de olmuştur mutlaka. Yine de askerde olanlar daha şanslıydı.
Onların doktor ve hastane görme şansı çok daha fazlaydı.
Yapılan
araştırmalara göre salgınlar sivil halkın da baş düşmanıydı. Savaş
sırasında orduda doktor olarak görev yapan Tevfik Sağlam askerin baş
düşmanının tifo, suçiçeği, veba, lekeli humma, kara humma gibi salgın
hastalıklar olduğunu anlatır. En öldürücü hastalık sıtmaydı. Daha sonra
dizanteri, tifüs ve diğerleri geliyordu. O dönemde bu hastalıkların
tedavisi neredeyse yoktu. Bir yerde salgın başladıktan sonra kontrolü
mümkün olamıyordu. Tifüs ve dizanteri teşhisiyle hastaneye yatanların
bile %27’si vefat ediyordu. Resmi rakamlara göre 4 yıl boyunca salgın
hastalıklardan ölenler en az 500 bindi. Cephede çatışarak ölenler de en
fazla bu kadardı.
İstanbul’dan
yaya olarak yola çıkan askeri birliklerin binlerce kilometre ötedeki
cepheye çok azı ulaşabildi. Osmanlı askerinin korkulu rüyası hiç
bitmeyen yürüyüşlerdi. Savaş yıllarında demiryolları çok az, deniz yolu
sınırlı ve çok tehlikeliydi. Çünkü İtilaf Devletleri’nin donanması
denizlerde cirit atıyordu. Bu yüzden askerler cepheye genelde yaya
olarak intikal ediyorlardı. İstanbul’dan Irak cephesine giden bir asker
yaklaşık olarak 2 aylık bir yürüyüş sonrası cepheye ulaşabiliyordu. Yine
Osmanlı ordusunda asker olan Bartınlı Hamit Efendi’nin naklettiğine
göre kendisi 1915 yılı Mart ayında İran’ın Revandiz şehrinde Ruslar’la
savaşan birliklere katılmak için yola çıkmış ancak 50 günde birliğine
katılabilmişti. Askeri kayıtlara göre bir asker günde ortalama 20-30
kilometre yürütülüyordu.
Mustafa Kemal gelmeden önce Arap Yarımadası
Osmanlı
Devleti’nin Balkan savaşından sonrasındaki Silahlı Kuvvetlerinin
personel, silah, araç ve malzeme noksanlığı, Arap yarımadasındaki Türk
birliklerini de etkiledi. Ayrıca ikmal merkezinin İstanbul’da bulunması,
Hicaz demiryolunun Araplarca tahribi sonucu ikmal akışında önemli
aksaklıklar meydana geldi. Karşılarında teşkilatlandırılmış, eğitilmiş,
kadrosu tamamlanmış İngiliz, Fransız ve çöl şartlarına alışık yerel
destekçileri Arap orduları vardı.
Osmanlı ordusunun resmi
beyanlarına göre bir askere günde 900 gram ekmek, 600 gram bisküvi, 250
gram et, 150 gram bulgur, 20 gram tereyağı ve tuz verilecekti. Ancak
evrak üzerinde mükemmel olan bu diyeti belki de savaş boyunca hiçbir
asker göremedi. Zaten ordu kayıtlarına bakıldığında yıllar geçtikçe
askere verilen günlük tayınların azaldığı, özellikle cephede iyice
düştüğü görülüyor. Daha savaşın ikinci yılında Suriye’de bir askere
verilen ekmek miktarı 400-500 grama düşmüştü.
Osmanlı'nın
Akdeniz ve Kızıldeniz’de hiçbir deniz gücünün bulunmaması, uçaklarının
da yetersiz olması nedeni ile İngiliz ve Fransızlar, donanmaları
sayesinde Kızıldeniz ve Akdeniz’deki limanlardan Arap yarımadasına
personel ile birlikte her türlü malzemeyi çıkardılar, Arap
ayaklanmasında kullandılar.
Hicaz’daki Arap ayaklanmasından önce, Türk birliklerince gerekli istihbarat ve İKK (İstihbarata Karşı Koyma) faaliyetlerinin
yürütülmedi, ayaklanmaya karşı bilgi ve belgeler toplanmadı, askeri
tedbirler zamanında alınmadı, Mekke Şerif’i Hüseyin ve oğullarının
niyetleri yeterince değerlendirilmedi.
Basra Cephesi
Basra
Körfezi'nde Katar dışında pek çok emirlik 1. Dünya Savaşı öncesi
İngilizlerin zorla imzalattıkları anlaşmalar ile İngiliz işgaline açık
hale gelmişlerdi. İngilizler, petrol sahalarını ele geçirmek amacıyla,
15 Ekim 1914'te Bahreyn'i işgal ettiler. Abadan'daki İngiliz petrol
tesislerini koruma altına almak amacıyla 7 Kasım 1914'te Şatt-ül Arap
Nehrinin Osmanlı yakasında bulunan Fav Yarımadası'na asker çıkardılar.
23 Kasım 1914'te Basra'yı işgal ettiler. Yerli askerlerle karışık
Osmanlı kuvvetleri işgale karşı koyamadı. 20 Aralık 1914 tarihinde,
Basra'yı geri almak amacıyla cephe komutanlığına atanan, Yüzbaşı
Süleyman Askeri Bey aşiretlerden ve gönüllülerden yararlanarak topladığı
kuvvetle, 12 Nisan 1915 tarihinde taarruz etti. Şuaybiye Muharebesi'nde
başarılı olamadı, Kut'ülamare'ye çekildi ve intihar etti.

- Kutül-Ammare’deki Türk Ordugâhı-1915
Britanyalılar
burayı da ele geçirip Bağdat'ı almak için, General Townshend
komutasında saldırdılar. Osmanlı Kuvvetleri, Britanyalıları Selmanpak'ta
(Selman-ı Pak) durdurdu. Kanlı çarpışmalardan sonra Britanyalılar, 26
Kasım 1915 tarihinde çekildiler. Kut'ül Amare'de 8 aralık 1915'te
kuşatılan İngiliz birlikleri, beş ay süren bir direnişten sonra 28 Nisan
1916'da teslim oldu. General Townshend dahil 13 399 esir alındı. Bir
kısım Britanyalı birlikleri General Townshend'in yardımına geldiyse de
İran'daki Hamedan'a kadar sürüldüler. Kut savaşında 300 subay ve 10 bin
er şehit verildi. İngilizler bu cephede toparlanıncaya kadar
saldırılarına ara vermek zorunda kaldılar. Ancak Osmanlı'nın buradaki
üstünlüğü geçici oldu.
Kanal harekatları - Sina Cephesi

- Kanal harekatına katılan İzmir alayı subayları
Osmanlı
Devleti, Almanya'nın isteği üzerine Sina cephesini kendisi açtı.
1915'teki Birinci Kanal Harekâtı ve 1916'da İkinci Kanal
Harekâtı'nındaki amaç; Süveyş Kanalı'nı ele geçirmek, ve Mısır'a
yeniden sahip olmaktı. Başarılı olunursa İngilizlerin Uzak Doğu'daki
sömürgeleri ile bağlantısı kesilecekti. Bahriye Nazırı Cemal Paşa 25.000
kişilik bir orduyla 14 Ocak 1915’de Şam’dan Mısır’a hareket etti. 300
km.’lik bir kum çölü olan Tih sahrasını bin bir zahmet, meşakkat ve
mahrumiyet içinde geçen Osmanlı ordusu, 3 Şubat 1915’de kanal bölgesine
ulaştı. Cemâl Paşa İngilizlerin 200.000’e yakın asker, tel örgüler,
zırhlılar ve zırhlı trenlerden meydana gelen kuvvetinden habersizdi. 28
Ocak 1915'te Süveyş Kanalı'na saldırı hezimetle sonuçlandı. Osmanlı
ordusunun şehit, yaralı ve kayıp sayısı 1.410’u buldu. İngiliz zayiatı
ise, 25 ölü ve 150 yaralıdan ibaretti. Bu felâket üzerine Mısır
fethinden vazgeçen Harbiye Nâzırı Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal
Paşa, 4. ordu emrindeki 8, 10 ve 25. fırkaları (tümen) Çanakkale’ye sevk
ettiler.
27 Temmuz 1916'da Albay von Kress kumandasında 10.000
kişilik bir kuvvetle 4. Ordu'nun giriştiği İkinci Kanal Seferi de
yenilgiyle sona erdi. Osmanlı Devleti'nin Büyük Britanya kontrolündeki
Süveyş Kanalı'na 3-5 Ağustos 1916 da yaptığı son saldırı olan Romani
Muharebesi de mağlubiyetle sonuçlandı; ve Osmanlı Ordusu, Gazze'ye kadar
sürecek olan bir geri çekilişe başladı ve Filistin Cephesi'nde
tutunmaya çalıştı. “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak”
ata sözüyle ifade edilen kanal harekatının mağlubiyetle sona ermesi, pek
çok yerin İngilizler ve müttefiklerince işgal edilerek Osmanlı
Devleti’nden ayrılmasına neden oldu.
Hicaz ve Yemen Cephesi
Haziran
1916 ayının başında ayaklanan Araplar, Suriye ile Medine arasındaki
Hicaz demiryolunun Hedye (Hediye) kesimini tahrip ettiler, 140’tan fazla
telgraf direğini hasara uğrattılar.
İngiltere Suriye ve
Filistin'de kazılara katılmış olan Oxford'lu arkeolog ve sanat tarihçisi
T. E. Lawrence'ı, Osmanlı idaresine karşı örgütlü bir Arap İsyanı
çıkartmakla görevlendirdi. İngiltere ilk etapta iki dağ bataryası, bir
makineli tüfek bölüğü, 3000 tüfek, cephane ve yiyecek yüklü üç gemiyi
Cidde'ye gönderdi. Fransızlar da, Albay Bremen başkanlığında iki
Fransız ve dört Müslüman subaydan ibaret bir askeri heyetle Cidde’ye
geldiler, yapılan görüşmelerden sonra, dağ topçusu ve makineli
tüfeklerle takviyeli bir müfrezeyi Cidde’ye çıkardılar. İkinci İngiliz
heyetiyle Cidde’ye gelenler arasında İngiliz ajanı Yüzbaşı Lawrence de
vardı, Şerif Hüseyin ve oğulları ile tanıştı, Emir Faysalın kuracağı
Arap ordusuna teknik danışman olarak görevlendirildi.
I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı İmparatorluğu 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistan'daki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı. Hicaz'da
22. Piyade, Asir'de 21'inci Piyade, San'a da 40'ıncı Piyade, Yemen'de
39'uncu Piyade Tümenleri ile 7'nci Kolordu Karargâhı ve Medine'de
Muhafız Komutanlığı vardı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu.
Lawrence'in
kışkırtmasıyla, Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlılara karşı isyan ederek
Hicaz Krallığı'nı ilan etti. Şerif Hüseyin başta Lawrence olmak üzere
İngilizlerin altın ve silah yardımıyla Arap kabilelerini örgütledi.
Ürdün, Suriye ve Filistin Araplarının büyük bir kısmı kendilerini
koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı açık veya gizli şekilde Hüseyin ve
oğulları Faysal ve Abdullah'ın isyanına katıldılar.
Şerif
Hüseyin, 5 Haziran 1916'da Mekkedeki Türk Garnizonuna aniden saldırdı.
Cidde 16 Haziran 1916'da 45 subay, 140 er, 16 top ve makineli tüfekle
birlikte Araplara teslim oldu. 9 Temmuz’da Mekke’yi ve 22 Eylül 1916’da
Taif’i ele geçirdi.
Müslümanın Müslümanı arkadan vurduğu Akabe
Şerif
Hüseyin ve oğulları Hicaz'ı büyük oranda ele geçirdikten sonra
Medine'nin Şam ile demiryolu bağlantısını kesmeye çalıştılar. 1917 Ocak
ayında İngilizler El-Vech’i bombalayarak karaya Mısır ve Sudan
askerlerini çıkardılar. Sahili korumakla görevli akıncı alayı Emir
Faysal kuvvetlerinin tarafına geçti. El-Vech bundan sonra asilerin bir
üssü haline geldi. Bu aşamada Osmanlı kuvvetleri demiryolunu korumaya
yöneldiler. 6 Temmuz 1917’de Akabe asiler tarafından ele geçirildi.
Akabe’nin asiler tarafından ele geçirilmesiyle dengeler iyice değişti.
Akabe’nin kaybında sadece asiler değil, İngilizler de özellikle
Lawrence aktif rol oynadı. Akabe’nin düşmesi Mısır’daki İngiliz
kuvvetlerinin Arap isyancılarla doğrudan bağlantı kurmalarını sağladı
böylece düşmanın Hicaz ile Sina cepheleri birleşti. Bu Medine ve
demiryolu hattındaki Osmanlı kuvvetlerini de zor duruma düşürdü. Akabe,
Arap isyancılarının önemli bir üssü haline geldi, Şerif Faysal
karargâhıyla buraya gelerek İngiliz komutan Allenby’nin emrinde bir ordu
kumandanı gibi görev yapmaya başladı.
Bu durumlar Osmanlı
ordusuna stratejik ve psikolojik açıdan darbe vurdu. Ordunun iaşe
durumunun ve stratejik konumunun kötüleşmesi üzerine Enver Paşa'nın 16
Kasım 1917’de verdiği emirle Medine boşaltıldı. Böylece Hicaz tamamen
kaybedilmiş oldu.
Burası Huştur (ya da Muştur-tartışmalı) yolu yokuştur
Seyyid
İdris de Asir'de (Yemen) ayaklanmaya katıldı. Osmanlı'nın sadece
Yemen’de tespit edilebilen şehit sayısı resmi rakamlara göre 52 bin.
Ancak gerçek rakamın 300 bin olduğu kabul ediliyor.
Bu cephede
yaşanan dramları Falih Rıfkı Atay Zeytindağı adlı eserinde görgü tanığı
olarak anlatır. Gerçekten de bir Osmanlı askerinin dediği gibi bu cephe
adeta bir tuzla gibiydi. Askerler tuzun suda eriyip kaybolduğu gibi
ortadan kayboluyordu. 1914-1918 yılları arasında buraya gönderilen 4
tümen askerden neredeyse dönen olmamıştı. İşte bu yüzden Yemen Türküsü
’nün şu sözleri çok manidardır:
Ah o Yemendir gülü çemendir,
Giden gelmiyor acep nedendir.
Irak Cephesi
1916
da Kut'ül amare'de yenilmiş olan İngiliz birlikleri yavaş yavaş
toparlandılar, 1917 yılı başında istedikleri güce ulaştılar. Saldırıya
geçtiler. 11 Mart 1917'de Halil Paşa'nın komutasındaki Osmanlı askerleri
Bağdat'ı boşaltırken General Maude yönetimindeki İngiliz birlikleri
Bağdat girdiler. Osmanlı kuvvetlerinin Bağdat'ı geri alma teşebbüsü
başarılı olamadı. Samarra'yı da ele geçiren Britanya Ordusu, Musul'a
doğru ilerlemeye başladı. Bağdat'ı geri almak için 6. Ordu'yla Halep'te
kurulan 7. Ordu birleştirilerek Alman General Falkenhayn komutasında
Yıldırım Ordular Grubu kuruldu. Halep'te hazırlıklar sürerken,
İngilizler Tikrit'e kadar ilerlediler. Irak'ın Musul haricinde tamamı
İngilizler'in eline geçti.
Türk askeri,
Irak Cephesi’nde sıcak ve koleradan dolayı kayıplar verdi. İlaç ve
cephane eksikliği kuvvetlerin azmini kırarken İngilizlerin bağımsızlık
vaatlerine ve altınlarına kanan pek çok Arap kabilelerinin hesapta
olmayan saf değiştirmeleri cephenin kaderini tayin eden faktörlerden
biri oldu.
Filistin cephesi

- İngilizlerin Yafa kapısından Kudüs'e girişi
Sina'dan
çekilmekte olan Osmanlı birlikleri 14 Ağustos 1916’da El-Ariş’te
toplandılar. İngilizler, 22 Aralık 1916’da başlayan genel karşı taarruz
ile El-Ariş’i ele geçirdiler, Osmanlı birlikleri Sina Çölü’nden
tamamen çekilerek Gazze-Şeria-Birüssebi hattında savunma için
mevzilendiler.
11 Mart 1917 de
Bağdat’ın İngilizler tarafından işgali İngilizlerin Araplara etkilerini
artırmalarını sağladı, Türklere olan güvenlerini azalttı ve Arap
ayaklanmaları baş gösterdi.
İngilizler
26 Mart 1917 de Gazze-Şeria-Birüssebi hattına saldırdılar. Birinci
Gazze Muharebesi denilen bu çatışmalarda çok ağır kayıplar vererek geri
çekildiler. 19 Nisan 1917 de İngilizler, donanmanın da desteğinde ve
daha geniş bir cepheyle saldırılarını yineledilerse de İkinci Gazze
Muharebesi’nde de başarı sağlayamayarak geri çekildiler.
1917
yılı Ekim ayında İstanbul’dan 24. tümen, 10 057 askerle yola çıktı.
Birlikler Filistin’e ulaştığında yapılan yoklamada kalan asker sayısı
sadece 4 635 kişiydi. İşin kötüsü firar edenler evlerine de
dönemediklerinden çetelere katılıyor ve ülkede ciddi bir iç güvenlik
sorunu doğuruyorlardı.
İngiliz Generali Allenby, 27 Ekim 1917
sabahı 110 000 kişilik bir kuvvetle Gazze'yi bombalayarak saldırıya
geçti. Bu saldırıda kara topçusuna, denizden de İngiliz ve Fransız
gemileri yardım ediyordu. Üçüncü Gazze Muharebesi olarak anılan bu savaşta Osmanlı mevzileri yarıldı. İngilizler
31 Ekim akşamı Birüssebi'yi, 7 Kasım'da Gazze'yi, 15 Kasım'da Yafa'yı, 9
Aralık 1917 de Kudüs'e ele geçirdiler. Mekke ve Bağdat'tan sonra Kudüs,
düşman eline geçen üçüncü mukaddes şehir oldu.
Artık İsrail kurulabilir
Şerif
Hüseyin kuvvetleri, İngiliz ordusunun arkasından Kudüs’e doğru
ilerlediği sırada, 2 Kasım 1917'de Filistin’de bir Yahudi yurdu
kurulacağına dair beyanname neşrolundu. Balfour Beyannamesi adıyla
neşrolunan bu İngiliz belgesinde İngiliz Hükümeti, Filistin’in ortasında
bir Yahudi devleti kurmak istiyordu. Bu, Araplar için istenmeyen bir
gelişme idi. Arapların bundan sonra başları yıllarca sürecek belalardan
kurtulamayacaktı
Osmanlı orduları sürekli çekiliyor
1918
yılının başlangıcı itibariyle Faysal’ın orduları Ölü Deniz’in
güneydoğusuna harekât için hazırlıklara başladı. 3 Ocak 1918’de Ebi’l
Lesen'i, 14 Ocak’ta Tüfeyle'yi ele geçirdiler. Eriha'nın (Jericho) 21
Şubat 1918'de düşmesiyle Osmanlı bütün Filistin'i kaybetmiş oldu. O
tarihte Mustafa kemal daha cepheye gelmemişti. Osmanlı ordusu Yafa ile Lut Gölü arasındaki mevzide tertiplendi. İngiliz
cephesinin sağ yanı Şeria nehri vadisine dayanmıştı. Bu durum,
Hicâz'daki Osmanlı kuvvetlerinin tek ulaşım yolu olan Hicâz demiryolu
için tehlikeliydi. Gerçekten Emir Faysal komutasındaki Arap kuvvetleri
Akâbe körfezinden kuzeye doğru ilerleyerek, Hicaz demiryolunu ele
geçirmek için çalışıyordu. Allenby ise esas faaliyetini batıya yani
Amman istikametine çevirip, Arap kuvvetleriyle birleşmeyi düşünüyordu.
21 Mart’ta General Allenby, Amman’a doğru hareket edince Osmanlı
orduları Amman’a çekilmek durumunda kaldı.
Seydibeşir Usare kampı
Cidde,
Mekke, Taif, Medine, Vech, Akabe, Maan, Amman, Kudüs çarpışmalarında
binlerce şehit ve yaralı vardı. Teslim olan 150 bin subay ve er
İngilizlerin Mısır esir kampına sevk edildiler. 1918’de Filistin
cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alay’ına bağlı askerler Mısır’ın
İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’nda
hapsedildiler. Kampın tam adı, ‘Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-i
Harbiye Kampı’ idi. Türk esirler 12 Haziran 1920’ye kadar iki yıl
boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz
kaldılar.
Savaş bittikten sonra bile kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmeyecekti. Çünkü olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı.
Türk
askerleri, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte
havuzlarına sokuldular. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol
(cerasol) maddesi katılmıştı. Mehmetçikler, daha ayağını soktuklarında
haşlanıyorlardı. İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin
havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen
suya başlarını sokmak istemeklerinde İngilizler havaya ateş etmeye
başlıyordu. Askerler, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular.
Başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı. Dışarı
çıkanların halini gören sıradaki askerlerin direnişleri de fayda etmedi
ve 15 bin Türk askeri kör oldu.
Bütün bunlar sırasında Mustafa Kemal nerelerdeydi?
I.
Dünya Savaşı başladığında Bulgaristan Sofya’da “ateşemiliter” olan
Mustafa Kemal, Avrupa’daki rahatını bırakarak “vatan ve millete borcunu
ödemek için “gönüllü” olarak 20 Ocak - 11 Aralık 1915 arasında
Çanakkale Savaşlarına katıldı. Orada Albaylığa terfi etti. Rusların 16
Şubat 1916'da Erzurum, 3 Mart'ta Bitlis ve Muş'u ele geçirmiş olduğu
Doğu Cephesine, Diyarbakır'daki 16. Kolordu’nun komutanlığına 10 Mart
1916 tarihinde atandı. 1 Nisan 1916'da Diyarbakır'da rütbesi
Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltilen Mustafa Kemal çetin savaşlar
sonunda 7 Ağustos 1916'da Muş'u ve bir gün sonra da Bitlis'i geri aldı.
Mustafa
Kemal 17 Şubat 1917’de Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı’na atanmak
istendi. Bu ordunun görevi, Arap Yarımadası’nı; Mekke’yi, Kabe’yi
savunmak ve Suriye’yi Medine’ye bağlayan demir yolunu elde tutmaktı.
Fakat Mustafa Kemal'in çok farklı düşünceleri vardı: O, değil Hicaz’a
asker sevk etmek, oradaki askerleri de alıp Anadolu ve çevresinde güçlü
bir “savunma hattı” oluşturmak istemekteydi. Mustafa Kemal, Halep’e
giderek bu düşüncesini Enver Paşa ve Cemal Paşa’yla paylaştı, ancak
görüşleri dikkate alınmayınca tayin gerçekleşmedi. Enver Paşa, Mustafa
Kemal'e bu sefer de Kafkasya içlerindeki 9. Ordu Komutanlığı’nı teklif
etti, ancak Mustafa Kemal, Anadolu dışındaki bu uzak görevi kabul
etmeyince Suriye’deki 7. Ordu Komutanlığı’na atandı.
Bu arada bölgedeki dengeler, İngiliz General Admound Allenby’nin 28 Haziran 1917’de başa gelmesinden sonra değişmeye başlamıştı.
Ortadoğu
coğrafyasında petrolün en yoğun olduğu yer Irak bölgesi idi. Bağdat
Cephesi’nin düşmesi, Alman ekonomisinin sekteye uğramasına neden
olabilecek bir sonuç doğurmuştu. Bağdat’ı geri almak amacıyla Irak
Cephesi’nde Yıldırım Orduları kurulmuş ve Alman Generallerinden
Falkenhein bu ordular grubunun komutanlığına atanmıştı. Mustafa Kemal'in
komutanlığını yapacağı 7. Ordu, Yıldırım Ordularına bağlıydı. Mustafa
Kemal, Falkenhayn’ın Alman komutanlarını kayırdığı, bölgedeki
aşiretlerle olan ilişkilerinde Almanya çıkarlarına tutum izlediğini ve
Irak seferinden olumlu bir sonuç alınamayacağını bildiren iki rapor
hazırladı.
Mustafa Kemal, ilk raporunu, 20 Eylül 1917’de
Halep’ten, Dahiliye Nazırı Talat Paşa ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya
gönderdi. 2010 kelimelik, 7 büyük kitap sayfası tutan bu uzun raporunda
“cesaretle” ve “açık yüreklilikle” çarpıcı değerlendirmeler yaptı:
1. Halk ile yönetim arasındaki bağlar sarsılmıştır. Ülke genel bir anarşiye doğru sürüklenmektedir.
2.
Mülki idare tam bir aciz içindedir. Zabıta kuvvetleri zayıf ve
yetersizdir. Memurlar, rüşvet almakta, yolsuzluk ve vurgunculuk
yapmaktadır.
3. Yargı işlememektedir.
4. Ekonomi çökmektedir.
5. Saltanat çürümektedir. Bir gün hep birden çökmesi ihtimali vardır.
6. Almanların, I. Dünya Savaşı’nı kazanması imkansızdır.
7. Ordumuz, sefil ve perişan durumdadır.
8. Alman general Falkenhayn Alman çıkarlarını korumaktadır.
Mustafa Kemal, sorunları bu şekilde sıraladıktan sonra çözüm yollarını da şöyle sıraladı:
1. Hükümeti güçlendirmek,
2. Beslenmeyi sağlamak,
3. Yolsuzlukları en aza indirmek,
4. Ülkeyi sağlam bir hareket üssü haline getirmek
5. Askeri politikamızı bir savunma politikası haline getirmek
Mustafa Kemal, askerlik tarihinde bir benzerine daha rastlanmayan bu ünlü raporunu şu çarpıcı cümlelerle bitirdi: “Askeri
politikamız bir savunma politikası olmalı. Elimizde bulunan kuvvetleri
ve bir tek eri sonuna kadar saklamalıyız. Memleket dışında da bir tek
Türk askeri kalmamalıdır. İşte benim düşüncelerim bundan ibarettir.
Bulunduğunuz mevki sebebiyle bunları tasvir etmekle vicdanım üzerindeki
yükü atmış olduğuma inanıyorum”
Mustafa Kemal'in 1917 yılındaki düşüncesi: “Memleket (Anadolu) dışında bir tek Türk askeri kalmamalıdır.”
şeklindedir. Halbuki o günlerde Enver Paşa, Kafkaslarda, Dağıstan’da ve
Hicaz da bulunan orduların zafer haberlerini beklemekte, bu da
yetmezmiş gibi Hindistan’a bir sefer yapmayı planlamaktaydı.
Birinci
raporundan herhangi bir sonuç alamayan Mustafa Kemal, 24 Eylül 1917’de,
yine Halep’ten Enver ve Cemal Paşalara ikinci bir rapor daha gönderdi.
Bu raporunda özellikle General Falkenhayn’ı çok ağır bir dille
eleştirerek görevden alınmasını istedi, aksi halde istifa edeceğini
belirtti.
Mustafa Kemal'in, Enver Paşa gibi rakiplerinin onu bir
kaşık suda boğmak istedikleri bir ortamda yargılanmayı göze alarak
böyle raporlar hazırlaması, her şeyden önce onun katıksız
vatanseverliğinin bir göstergesidir. ülkenin yanlış politikalar
nedeniyle her geçen gün biraz daha batağa sürüklendiği bir ortamda,
sorumluluk sahibi bir asker ve duyarlı bir yurttaş olarak her şeyi göze
alıp devleti yönetenleri uyarmayı kendisine bir görev saymıştır.
Mustafa
Kemal'in bu tarihi raporları adeta görmezlikten gelindi. Hükümet ve
Başkomutanlık, ne bir disiplin soruşturması açtı, ne de görüşlerini
dikkate aldı. Bunun üzerine o da “kendi kendimi görevden aldım” diyerek
istifa etti. Yıldırım Orduları Komutanı Falkaenhayn, bu durumu disiplin
aşımı olarak değerlendirerek Mustafa Kemal’in derhal cezalandırılmasını
istediyse de Enver Paşa, böyle bir kararın Mustafa Kemal’in kamuoyundaki
şöhretini daha da arttıracağını düşünerek onu Diyarbakır’daki 2. Ordu
Komutanlığı’na atadı.
Vahdettin'in Mustafa Kemal'e ilgisi
Mustafa
Kemal 15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht
Vahdettin Efendi ile Almanya'ya giderek Kayzer II. Wilhelm, Genel
Karargâhı ve Elsass bölgesini ziyaret etti. Mustafa Kemal'in Enver ve
Alman komutanlardan farklı düşüncelere sahip olması nedeniyle,
Vahdettin, Avusturya-Macaristan İmparatoru Karl’ın taç giyme törenine
katılmak üzere Viyana’ya seyahat ederken Mustafa Kemal’i de yaveri
olarak yanına almaya karar vermişti. Mustafa Kemal İstanbul'a döndüğünde
25 Şubat 1918'de Falkenhein'ın görevine son verildi, Yıldırım Orduları
Grubu Komutanlığına Liman von Sanders atandı.
Mustafa Kemal
1918'in Haziran ayında Viyana ve (bugünkü adı Karlovy Vary olan)
Karlsbad'a giderek tedavi gördü. Sultan Mehmed Reşad'ın vefatı ve
Vahdettin'in yerine geçmesi üzerine 2 Ağustos'ta İstanbul'a çağrıldı. 9
Ağustos 1918 de İstanbul’da Yıldız Sarayı'nda Sultan Vahideddin ile
biraraya geldi, hükümdara savaşın gidişatı ve cepheler ile ilgili bazı
tekliflerde bulundu. Mustafa Kemal ve Vahdettin bir hafta sonra yeniden
buluştular ve hükümdar Paşa'ya nazik bir şekilde "tekliflerini yerine
getiremeyeceğini" söyledi. Abdülhamit’i tahtından indirmiş olan Ordu’dan
çok kaygılanan Vahdettin, tanınmış bir general oluşu ve Enver Paşa’yı
beğenmeyişi nedeniyle Mustafa Kemal’den yararlanabileceğini düşünüyor ve
onun, Ordu’yu taht’a bağlı olarak tutabileceğini umuyordu. İlk
görüşmelerinde Vahdettin, Ordu’nun Padişaha sadık olup olmadığını
öğrenmek istemiş; Kemal, ona, Ordu’nun sadakati konusunda hiç kuşkusu
olmadığını belirtmişti. ikinci görüşmede ise, Vahdettin, Kemal’den
yararlanmaya çalışmıştı; ama onu erke getirmek niyetinde değildi. (Andrew Mango, Ati Gazetesi, Sina Akşin, Tevfik Bıyıklıoğlu, Gotthard Jaeschke’nin kitap ve makaleleri)
Mustafa Kemal, Sultan Vahideddin ile bu son buluşmasından bir hafta sonra 16 Ağustos’ta tekrar
7. Ordu komutanlığına tayin edildi. Önce Bağdat'ı geri almak için
teşkil edilmiş olan Yıldırım Ordular Gurubu, daha sonra bir strateji
değişikliğine gidilerek o sıralarda Suriye cephesine kaydırılmıştı ve
Güney Nablus'la Şeria Irmağı arasında bulunuyordu. 26 Ağustos'ta Halep'e
varan Mustafa Kemal 28 Ağustos 1918'de Nablus'a geçti ve Yedinci
Ordu'nun kumandasını aldı.
Yıldırım Ordusunun Mustafa Kemal'den önceki hali
Osmanlı Devleti, Mustafa Kemal gelmeden önce yaklaşık 4 yıl süren bir mücadele sonunda Musul, Şam ve Halep hariç, FİLİSTİN DAHİL
bütün yarımadayı kaybetmiş, Kabe'yi korumak uğruna sadece Yemen'de 300
bin şehit vermişti. Öyle ki Fahreddin Paşa Medine`yi savunabilmek için
İstanbul`dan devamlı takviye kuvveti istiyor, Osmanlı hükümeti ise onun
isteklerine cevap verebilecek durumda olmadığını bildiriyordu.
Yıldırım
ordusu çok zayıflamıştı, moralsizdi, teçhizatı azalmıştı. İngiliz,
sıcak iklime alışkın Hintli ve diğer Britanya İmparatorluğu tebaları,
Fransız ve Araplardan oluşan düşman ise tam tersine sürekli güç,
teçhizat ve moral kazanmaktaydı.
Mustafa Kemal anlatıyor: "Suriye
acınacak bir durumdadır. Orada vali yok, komutan yok. Birçok İngiliz
propagandası var. İngiliz gizli istihbaratı her yanda çalışmalarını
sürdürüyor... İngilizler, şimdi, bizi çarpışarak değil,
propagandalarıyla yenebileceklerini sanıyorlar..." (Nablus'tan doktor bir dostuna gönderdiği mektuptan)
Liman von Sanders anlatıyor: "Orduda
cephane, ayakkabı, yazlık giysi yoktu. Topçu bataryaları atacak mermi
bile bulamıyordu. Askerler, kışlık yün giysiler ile 55-60 derece sıcakta
ayakkabısız olarak savaşıyordu. Cephe gerisinde ihtiyat birlikleri
yoktu onun yerine 200 km uzunluğunda bir boşluk vardı. Atlar ve yük
taşıyan hayvanlara bile birkaç aydan beri ne yeterli yiyecek ne de su
veriliyordu. Halbuki İngilizler ilkbaharda birliklerini mütemadiyen
değiştirmişlerdi. General Allenby'nin orduları Hindistan'dan büyük
takviyeler aldı. Bunlar, özellikle sıcak günlerde Şeria vadisinde
İngilizlerin çok işe yaradı...Buna karşılık Türk birliklerinin, tam
aksine, yeter derecede ikmal alamamaları esef edilecek bir durumdu...
...7.
Ordu Komutanlığına ... asaleten Mustafa Kemal Paşa getirildi. Çanakkale
Muharebelerinde tanıdığım bu değerli komutan, buraya gelince ordunun
mevcut itibariyle azlığını ve birliklerin perişan halini gördü ve
aldandığını anladı. Enver ona gerçekten uzak rakamlar vermiş ve ordunun
durumunu da hayli elverişli göstermişti...
...Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustostan itibaren gelmeye başlayan 109. Piyade Alayının iki taburunu (Bunlar 37. Kafkas Tümeninin ilk gelen birlikleriydi) hiç yedeği bulunmayan cephesinin gerisine çekti.
Filistin
Cephesine yapılan yardımların şeklini gösteren bir örnek olduğu için
hemen belirtmek isterim ki, bahis konusu olan bu alayın komutanı ve Alay
Karargâhının diğer erkânı, Doğu Kafkasya Ordusunda bir göreve
atandıklarından İstanbul'dan oraya gitmişler ve bu subayların yerine ise
kimse tayin edilmemiş idi...
Bahis
konusu alayın III. Taburu ise, Eylül ayında Afule istasyonuna vardığı
zaman, bütün tabur topluca firar etti. Bir kaç günlük aramadan sonra
erlerin büyük kısmı, Cenin - Mesudiye şosesinin Doğusundaki köylerde
bulundu ve tekrar toplandı. Erler, Türk üniforması giymiş düşman
casusları tarafından cepheye varmazdan önce firara teşvik edilmişlerdi.
Casuslar, Afule istasyonunda Türklerin durumunu ümitsiz gösteren
pusulalar dağıtmışlardı...
...O
sıralarda cephenin bazı kesimlerinde Türk askerlerinin düşüncesinin
güven verici olmadığını, buralardaki Alman subaylarının raporlarından da
öğreniyorduk. Burada ben, güvenilir ve iyi asker olduklarını ispat
etmiş iki Alman subayının cepheden yazdıkları raporlara yer vereceğim.
Sahil kesiminde görevli olan bu subayların Ağustos sonu ile Eylül başına
rastlayan günlerle ilgili raporları şöyledir:
Teğmen Heiden anlatıyor:
"Türkler
artık harpten yorgun düştüler, muharebe istemiyorlar. Bu durum,
Türklerin davranışlarından anlaşılmaktadır. Türkler sadece el
bombalarını ve tüfeklerini değil, Türk subaylarının bana söylediklerine
göre, bazen makinalı tüfeklerini bile yanlarına alıp kaçıyorlar. 8.
Ordu, gerideki araziyi kapamakla yerinde bir tedbir almıştır. Fakat gene
de takip için geriye kamyonlara bindirilmiş silahlı müfrezeler
göndermek zorunda kalmaktadır. Hatta Anabeta yakınlarında bu
müfrezelerle kaçaklar arasında çarpışmalar olmuştur. Eğer Bayrama kadar
sulh yapılmazsa, erlerin ya firar edeceği ya da düşman tarafına
geçeceği, artık savaşmak istemedikleri bana bile çekinmeden
söylenebilmektedir."
Teğmen Riecks anlatıyor:
"Türklerin
beklenen büyük İngiliz taarruzuna karşı direnemeyeceklerini, Türk
birlikleri ile temasta bulunan herkes gibi ben de bilmekteyim. Bu
sebeple kuyu kazma işi sona erdikten sonra, ileride kullanılamayacak
olan mümkün olduğu kadar fazla malzemeyi Cenin'deki depoya geri
gönderdim."... (Türkiye'de 5 Yıl. Liman von Sanders)
Sanders anlatıyor: "F. (Falken) Ordular Grubu cephesinde (Yıldırım Orduları) durum gittikçe ciddileşiyordu. Her taraftan birliklerin artık takati kalmadığı, koşum ve mekkâre (at, katır)
hayvanlarının gittikçe bitkinleştiği haberleri geliyordu. Hayvanların
durumuna önem vermek gerekiyordu. Zira orduların hareket kabiliyetleri
bunlara bağlıydı. Bir kaç aydan beri günde ancak 1 ilâ 1.5 kilo -o da
varsa- arpa verilen hayvanlar, ayrıca çok zaman susuz da kalıyor ve her
üç orduda her gün yüzlercesi telef oluyordu. Mayıstan bu yana görülen
şiddetli sıcaklar yüzünden artık hayvanları otlatacak bir karış yer de
kalmamıştı.
Hayvanların
bitkinliği o dereceye varmıştı ki, bazı batarya ve topların geceleri
birkaç yüz metre içinde mevzi değiştirmeleri için verdiğim emirler bile
güçlükle yerine getirilebiliyordu. Koşum hayvanlarının çoğu, yokuş
yukarı ya da arızalı yerlerde topları çekemiyordu.
Bu
durum ortadayken, Enver Paşanın 4 Eylülde Filistin Cephesinin savunması
konusunda taktik nasihatları vermesi, ordu komutanları ile benim
üzerimde çok tuhaf bir etki yarattı. Zira gerek Enver Paşa, gerekse
etrafındaki subaylar, bizim cephemizdeki piyade mevzilerinden birini
olsun görmüş değildi." (Türkiye'de 5 Yıl. Liman von Sanders)
Bunlar
yetmezmiş gibi Enver Paşa, savaşta çok işe yarayacağı muhakkak olan XI.
Alman Avcı Taburunu Batum'a göndermek üzere Filistin'den çekti.
12 Eylül’de Vahdettin Mustafa Kemal'e moral olsun
diye onu "Fahrî Yaver-i Hazret-i Padişâhî", yani "padişahın fahrî
yaveri" ilân etti. Osmanlı'nın oralara gönderebileceği son takviye
sadece bundan ibaretti.
Nablus (Mecidiye-Megiddo) muharebesi
Megiddo,
Hayfa'nın 30 km güneydoğusunda, Kudüs’ün 90 km kadar kuzeyinde.
Evangelistlere göre Hıristiyanların Anti-Christ’le (Deccal) yani
müslümanlarla, Yahudilere göre İsrailoğullarının müslümanlarla
savaşacakları yer. Bu efsanevi/olası savaşın adı Armageddon. Bu konudaki
yazımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.
Mustafa
Kemal'in cepheye geldiği günlerde, İngiliz General Allenby, 1'e 10
oranında kuvvetleriyle, kimilerine göre daha da fazla, Yafa'nın
kuzeyinde ve kıyı bölgesinden saldırıya karar vererek, kuvvetlerinin
dörtte üçünü burada toplamakla meşguldü. Bu hazırlıkları sezen Mustafa
Kemal, Hintli bir ordu kaçağının açıklamalarına dayanarak, düşmanın 19
Eylül sabahı veya akşamı saldırıya geçeceğini tahmin etti. Durumdan
Sanders'i haberdar ettiği halde, ciddiye alınmadı. Yapabileceği sadece
kendi birliklerini hazır duruma getirmekti. 18 Eylül akşamı Mustafa
Kemal, gerekli önlemleri almış olduklarından emin olmak için, emrindeki
iki Kolorduya komuta eden arkadaşları İsmet (İnönü) ve Ali Fuat
(Cebesoy) ile telefonlaştı. Daha telefonu henüz kapatmıştı ki, İngiliz
topçu bombardımanının ilk sesini duydu . Böylece İngilizler 19 Eylül
1918 günü büyük bir taarruza başladılar. Mustafa Kemal, düşmanın,
Ürdün'ün doğusuna geçmesini engellemenin önemini kavramıştı, çünkü orada
IV. Ordu, Türklerin tek geri çekilme hatlarını kesmeye çalışan Emir
Faysal ve Lawrence'ın Arap lejyonları tarafından hırpalanıyordu.
Fransızlar ile Şerif Hüseyin'in de katıldığı İngiliz General Allenby
komutasındaki taarruz görev kuvveti, piyade, süvari ve Britanya
İmparatorluğu ordusunun yeni kullanmaya başladığı yarı paletli (half
track) hafif zırhlı araçlardan müteşekkildi.
Düşmana karşı bire on
Birleşik
Krallık taarruz görev kuvveti Yıldırım Orduları Grubu'nu sıkıştırarak
savunma hatlarını bozmaya başladı. Mustafa Kemal Paşa'nın komutasındaki
7. Ordu çelik çekirdek esasında direnirken, 8. Ordu savunma hattı
çöktü. İsyancı Araplar da çabuk çökmeye sebep olmuştu. 8. Osmanlı
Ordusu, Britanya İmparatorluğu Taarruz Görev Kuvveti tarafından tamamen,
4. Ordu ise büyük ölçüde dağıtıldı. Osmanlı 7. ve 4. orduları Şam
yönüne çekilmeye başladılar. Mustafa Kemal, İngiliz baskısına karşı
koyuyordu ama ordusunun sağ kanadını koruyan 8. Ordu kalmadığı için kuşatılmaya başlanmıştı, bundan kurtulmak gerekiyordu, çekilmeye karar verdi. Bunu Yıldırım Ordu komutanlığına bildirdi ve onay aldı.
Mustafa Kemal Paşa, böyle hayati durumda bile bir taburunu 8. Orduya
yardıma gönderdi. 7. Ordu'yu önce Şeria Nehri'nin doğusuna çekti.
Araplar demiryolunu tutmuştu. Şeria Nehri'nin doğu-kuzey doğusuna çark
yaparak İngilizler tarafından kuşatılan ordusunu imhadan kurtardı.
Mustafa Kemal'in doğusundaki 4. Ordu da kuzeye doğru geri çekilmeye
devam etti. Amman düştü. Önceleri yavaş yapılan çekilme gün geçtikçe
hızlandı ve Şam'da sonlandı. Mustafa Kemal at sırtında düşmanla teması
kesmeyerek, düşman artçı kolları ile çarpışarak, en son eratının yanında
ve içinde bulunarak, ordusunu güzel bir düzen içerisinde geri çekti.
Mustafa Kemal, küçük bir muhafız birliğinin eşliğinde, Şam'a girdi.
Şerif Faysal'ın bayrağı pencerelere asılmış; coşkudan sarhoş olan Arap
çetecileri sokaklarda dolaşıyor, havaya silah atıyorlardı.
Mustafa
Kemal, bu savaş sırasında Yedinci Ordu'nun 22 günlük komutanı idi. Yani
genel kanının aksine iyice zayıf düşmüş, savaşı neredeyse kaybetmiş ve
çekilmekte olan Yıldırım Ordularının komutanı değildi. Osmanlı
kuvvetleri Alman generali Liman von Sanders'in emrindeydi. Düşmanın
planı basitti. Cepheden yani 7. Orduya saldırmayacaktı, daha doğrusu
önce aldatmaca şiddetli bir saldırı yapacaktı. Büyük kuvvetleriyle
saldırısını 8. orduya yapacak onu göçertecek, aynı zamanda 4. Orduya da
saldırıp 7. Ordunun o taraftan geri çekilmesini engel olacaktı. Böylece
7. Orduyu da kolayca yok edecekti. Sanders bunları öngörememiş, üç
ordunun komutanı olarak savunmayı sahil tarafına güçlendirmemişti.
Çekilme emrini veren Sanders
Liman von Sanders anlatıyor: "18-19
Eylül gecesi 7. Ordu cephesinde şiddetli muharebeler başladı. 19 Eylül
sabahı saat 3.30'da 8. Ordu'nun sağ kanadındaki grubun bütün siperleri,
sahilden dağlara kadar, şiddetli bir topçu ateşi altına alındı... 7.
Ordu, sabah saat 9.00 ile 10.00 arasında, Albay von Oppen'in bildirisine
dayanarak, sağ kanad grubu cephesinin (8. ordunun) sahil
kesiminde yarıldığını ve düşman süvarisinin sahil boyunca ve Kuzey
istikametinde ilerlemekte olduğunu haber verdi...Öğle üzeri Nasıra ile
Nablus arasında bağlantı kurulunca, düşmanın sahil bölgesinin her
yanından ilerlediği ve 8. Ordu'nun Tellülkerim'den Anabeta'ya çekildiği
acı haberi geldi. Bu habere göre, topçuların büyük kısmı düşman elinde
kalmış ve 8. Ordu Komutanlığı ile bağlantı kesilmişti. 7. Ordu, bu
zamana kadar mevzilerinde kalabilmişti. Fakat Albay von Oppen ile
bağlantı kurabilmek için III. Kolordu ile geri mevzilere çekileceğini
Ordu Komutanı (Mustafa Kemal) bana bildirdi. Ben de bu hareketi doğru buldum.
Ayrıca 7. Ordu Komutanlığına, 110. Piyade Alayının Nablus yakınındaki
taburunu ve elde edebileceği daha başka kuvvetleri derhal Anabeta'ya
gönderip oradaki vadiyi kapatmasını emrettim... Öğleden sonra 7. Ordu
Komutanlığı, 110. Piyade Alayının bir taburunun Anabeta'ya doğru
yürüyüşe geçtiğini bildiriyor ve geriye kalan diğer taburlara 7.
Ordu'nun taarruza uğrayan kendi cephesinde şiddetle ihtiyaç olduğundan
başka birlik gönderemeyeceğini ekliyordu... Öğleden sonra saat 3.30'da 7. Ordu'ya telgrafla bundan sonra genel bir geri çekilme gerekeceğini bildirdim ve bununla ilgili direktifler verdim.
7. Ordu, bu direktifleri aynen Salt'taki 4. Ordu'ya ve bir özetini de
Anabeta'daki 8. Ordu'ya bildirecekti. Bu direktiflerde 7. Ordu'nun
Beytülhasan üzerinden Bisan'a, von Oppen Grubunun Mesudiye üzerinden
Cenin'e çekileceği ve 4. Ordu'nun da Zerka vadisi istikametini tutacağı
bildiriliyordu." (Türkiye'de 5 Yıl. Liman von Sanders)
Görüldüğü
gibi. Mustafa Kemal sıranın kendi ordusuna geldiğini derhal kavrıyor ve
ordusunu kurtarmaya karar veriyor. Bunu da üst komutanına bildiriyor.
Sanders de kararı onaylıyor ve ÇEKİLME EMRİNİ VERİYOR.
Şam'dan çekiliş
Von
Sanders ertesi gün Nâsıra'da bulunan Yıldırım Orduları karargâhına
yapılan İngiliz baskınında esir düşmekten son anda üzerindeki gecelik
entarisi ile kaçıp kurtuldu, ordu daha geriye çekildi ve Suriye'deki
kasabalar peşpeşe İngiliz işgaline uğradı. Şam da 1 Ekim'de düştü.
Lawrence anlatıyor: "O
akşam (30 Eylül) atlarımızla Şam'a girdik. Orada, Şükri el-Eyyubi ve
şehir meclisi, Mustafa Kemal ve Cemal ayrıldıktan sonra, Arapların
kralını ilan etti ve Arap bayrağını çekti."
Şamın
düşmesi üzerine, Osmanlı Devleti 5 Ekim'de ateşkes konusunda aracılık
yapması için Amerika Birleşik Devletlerine başvurdu.
Halep günleri
6
Ekim’de 7. Ordu komutanı Mustafa Kemal, bir araya gelen birlikleri
Halep’in güneyinde topladı. Yıldırım Ordularının gayrı resmi
komutanlığını üstlendi.
7 Ekim 1918'de Mustafa Kemal İstanbul'a
saraya bir telgraf gönderdi, 19 Eylül'de Nablus'ta yaşanan bozgunun
sebeplerini ayrıntıları ile yazdı, birliklerimizin İngiliz hücumu
karşısındaki savunmasını ve ric'atini anlattı.
Mustafa Kemal anlatıyor: "...Eylül on dokuzuncu gecesi düşman evvelâ Yedinci Ordu'ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın iki taarruzunu tevkif ettim (durdurdum). On dokuz sabahı garbımızda (batı tarafımızda) bulunan Sekizinci Ordu -Cevad Paşa- kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etti (dağıldı).
Bundan dolayı Yedinci Ordu'nun sağ cenahı ve hatt-ı ric'ati (geri çekilme yolu) tamamen düşman tarafından tutuldu. Sağımızda bulunan Dördüncü Ordu -Mersinli Cemal Paşa- hissizliğin azamîsini ibraz etti (gösterdi). Elzem olan muavenetten istinkaf etti (gerekli yardımdan kaçındı). Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, cenuba olan cephemi garba tebdîl (güneye olan cephemi güneye çevirerek)
ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclûn dahilinde ve
Der'a-Mezrib hattında ve oradan kemâl-i şeref ve namus ile gerek İngiliz
takip kıtaatı (kıt'aları) ile ve gerek Şerif kıtaatı (kıt'aları) ile muharebe ede ede Şam'a kadar gittim.
Orada, Liman Paşa'nın emriyle Şam'ın muhafazası için maateessüf Cemal Paşa'nın taht-ı emrine (emri altına) terk ile kendim de Riyak cephesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri tensîk etmekle (düzenlemekle) tavzif eyledim (görevlendirdim).
Cemal Paşa dahi, Şam'ı Rabu Boğazı'na kadar geldiğinden bîhaber kaldığı düşmanın cüz'i (az)
kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu dahi terkederek
yalnız başına Riyak'a geldi. Ben bundan sonra Riyak'ta teşkil ettiğim
kuvvetleri şimale tahrik ederek (kuzeye doğru hareketlendirerek) Şam'da kalan kuvvetlerin dahi İsmet Bey taht-ı emrinde (emri altında) olarak şimale (kuzeye) hareketini emretmek için vasıta buldum. Şimdi üç günden beridir orduyu yeniden Halep cenubunda (güneyinde) toplamakla meşgulüm.
Düşmanın malûm fâikiyeti (bilinen üstünlüğü) karşısında ve bizim ordu namı altında tutulan beş-altışar bin neferimizin ric'ati (geri çekilmesi) tabii idi. Fakat bu ric'at (geri çekilme) daima bir şekil muhafaza edilerek icra edilebiliyor idi.
Enver Paşa gibi bir ahmak müdir-i harekât-ı umumiye (genel harekât müdürü)
olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir hey'et-i askeriyenin
başında ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak
için şaşkın tavuk gibi öteye-beriye iltica eden kumandan -Cevad Paşa-
bulunmasa idi, hiçbir vaziyet-i askeriyeyi (askerî durumu)
takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı -Cemal Paşa- bulunmasa idi
ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve
nüfuzu kalmayan bir grup karargâhı olmasa idi...
Bu andan sonra, artık sulhten (barıştan) başka yapılacak birşey kalmamıştır. 7 Teşrinevvel 334 (7 Ekim 1918), Halep. Mustafa Kemal"
Mustafa
Kemal Paşa'nın Suriye cephesindeki silâh arkadaşlarından olan General
Ali Fuat Erden'in, yıllar sonra yayınladığı hatıralarına bakılırsa
Mustafa Kemal Paşa'ya göre, cephede geçirdiği günlerde yaşanan
bozgunların sorumlusu Enver Paşa.
General Ali Fuat Erden anlatıyor: "...Yedinci
Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, bir gün Halep'te bana demişti ki:
Harp iyi sevk ve idare edilmiyor. Enver, başkumandanlık vazifesini
yapamıyor. Bu gidiş felâkete doğru bir gidiştir. Enver'in çekilmesi
lâzım. Ben kendisine söyleyebilirim: 'Sen harbi iyi idare edemiyorsun.
Çekilmelisin, senin yerine ben gelmeliyim'.
Bu sözlere şaştım kaldım. Enver Paşa'ya böyle bir şey söylenebilir
miydi? Bu, ihtilâl yapmak gibi birşey olurdu. Şöyle arzettim: 'Zât-ı
devletiniz böyle söyleyebilirsiniz. Fakat Enver Paşa cevap olarak ince
altın zincir takılı sağ elinin şehadet parmağını yanıbaşındaki zile
basar. Seryaveri (başyaveri) gelir. Ona 'Paşa hazretlerini yanımdaki odada misafir ediniz. Kimse ile ihtilât buyurmayacaklardır (görüşmeyeceklerdir)!'
diyecek olursa ne yaparsınız? Zât-ı devletiniz nasıl 'Sen çekilmelisin,
senin yerine ben gelmeliyim' diyebilirse o da seryaverine böyle
diyebilir'.
Mustafa Kemal Paşa sustu. Hiçbirşey söylemedi, yalnız 'Hııı' dedi ve muhavere kesildi".
Mustafa
Kemal, Halep yakınında orduyu yeniden mevzilendirdi. Bir yandan böbrek
sancıları içindeydi. Bir süre Ermeni hastahanesinde yattı ve
hastahaneden yeniden düzenlemeyi idare etti.
Sonra Halep’deki Baron
otele yerleşti ve burası onun karargahı oldu. İngiliz birliklerin
yaklaştığı haberleri geliyordu. Emir Faysal da İngiliz birlikleri de
Halep’e girmişti. Hükümet konağını ele geçirmişlerdi! Halep sokaklarında
silahlı çeteler vardı.
Mustafa Kemal Paşa anlatıyor: “Şehrin
doğu tarafında bir kalabalığın içine girdik; bunlar askeri kıyafetini
taşıyan urban ve bedevilerdi, esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak bir
tek nefer yoktu; saldırgan bedeviler otomobilin etrafını sardılar ve her
tarafına yüklendiler. Şoföre: Dur! Emrini verdim. Elimde Tahsin Bey’in
verdiği kırbaçla ayağa kalkarak, onlara anlayabileceği lisanla sordum:
‘Reisiniz nerededir?’ Cevap verdiler: ‘Hepimiz reisiz!’ Derhal karar
vermek lazımdı; kırbaçla vurmağa başlayarak: ‘Çekilin!’ diye bağırdım.
Gayr-i ihtiyari çekildiler; emrettim: ‘Çabuk reisiniz karşıma gelsin!’
Reisleri geldi; ona dedim ki: ‘Sizin de içinde bulunduğunuz karşı
cephede üstünlük bize geçmiştir ; ama herkes mağlubdur. … bu akşam
yanıma geliniz; sizinle görüşeceklerim var.’ ‘Emredersiniz’ dedi ve
uzaklaştı. Şoföre: ‘Çabuk geriye!’ emrini verdim. Haleb’in içindeki
karargaha döndüm; biraz sonra şeyh geldi. Ona uygun bir merasimle kabul
ettim ve sordum: ‘Benden ne istiyorsunuz?’ ‘Şimdilik bin altın, silah,
cephane’, dedi. Bin altını o akşam verdim; silah ve cephane için vaad
ettim.”
Halep İngiliz bombaları ve Emir
Faysal asilerinin saldırısı altında inliyordu. Gazi paşa had safhada
hastaydı ve çekilen bir orduyla taktik savaşına girmişti, direniyordu.
Mustafa Kemal anlatıyor: “Ben
Halep şehrinde tam deyimiyle bir sokak harbi yönettim. Saldıranlar,
tamamen yenilmiş ve bozguna uğramış olarak defedildiler ve kovalandılar
şehirde duruma tamamen hakim olduk ve sükunet kuruldu”.
Fransız
ve İngiliz kuvvetleri denizden de donanma yardımı alarak, 8 Ekim'de
Beyrut'a girdiler. Mustafa Kemal Yedinci Orduyu Halep'in kuzeyine
çekerek, Kilis güneyindeki Muslimiye'de savunma hattı oluşturmaya
başladı. 25 Ekim akşamı 7. Ordunun geri çekileceği haberini yaydı. Ordu
karargahı Katma’ya nakledildi, 7. Ordu kıtaları Halep’in 5 km kuzeyinde
mevzilendi.
Mustafa Kemal anlatıyor: “Otomobile
binmeden önce Halep komutanına emirlerimi ve yapacağı işleri söyledim.
Söylediklerimin içinde sır olan şu noktalardı: Bu akşam, Halep
ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim. Yarın, Halep’in kuzeybatısında
İngiliz ve Araplar’la savaşa tutuşacağım. Buna göre hareketinizi
düzenleyiniz!’
Katma Meydan savaşı
26
Ekim 1918'de Türk kuvvetlerinin geri çekildiğini sanan Arap ve
İngilizler, saldırıya geçtiler, Mustafa Kemal’in aldığı düzenek
karşısında şiddetli bir direnişle karşılaştılar perişan edildiler.
İngiliz Süvari Ordusu ve silahlı Arap çeteler darmadağın edildi ve 1.
Dünya Savaşının son savaşı Katma Meydan Savaşı kazanıldı.
Mustafa Kemal Paşa anlatıyor: “Bir hat tespit ettim ve sınırladım. Kuvvetlerime emir ettim ki; düşman bu hattın ilerisine geçmeyecek.”
Daha
sonra Arap gruplarının, Müslimiye’den Antep’e doğru harekete geçtikleri
ve İngiliz kuvvetlerinin de aynı yönde oldukları bildirildi. Mustafa
Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı Kilis’e vardı. Kilis’e 43. Tümen’den küçük
bir müfreze gönderilmişti; bu kurulacak teşkilatın çekirdeğini teşkil
etti. Antep de hazırlıklıydı.
7. Ordu Komutanlığı, 28 Ekim’de son emrini vermişti: Bu emre göre; “ Türk süngüleri bu bölgedeki milli hududu çizmişti.”
7. Ordu İskenderun ve kıyılarıyla birlikte Reyhanlı, Kırıkhan, Belen,
Der el Cemal, Tel el Rifat ve doğuya uzanarak genel hattını koruyordu.
Antakya ve çevresini de hatta dahil ederek, Britanya İmparatorluğu ve
Şerif Hüseyin'e bağlı birliklerin Toros geçitlerine ulaşarak oradan
Anadolu içlerine sızması önlenecekti. Mustafa Kemal'in burada tesbit
ettiği İskenderun-Carablus hattı daha sonra Misak-ı Milli'nin güney
sınırı oldu.
Mustafa Kemal'in Yıldırım Orduları Komutanlığı
7.
ordu karargahının Raco’ya taşındığı gün Osmanlı Genel Kurmayı 30
Ekim'de Liman von Sanders'in yerine Mustafa Kemal'i Yıldırım Orduları
Komutanlığı'na getirdi. Zaten ortada Yıldırım Orduları olarak Mustafa
Kemal'in 7. ordusu kalmıştı ve komutanı da oydu. Aynı gün Osmanlı
Devleti Mondros'ta mütareke imzalayarak savaşı kaybettiğini tescil etti.
İngilizler’in
İttihat ve Terakki üyeleri hakkında yakalama emri çıkarması üzerine
Enver Paşa, bazı arkadaşlarıyla 1 Kasım 1918 gecesi bir Alman
denizaltısına binerek Osmanlı topraklarını terk edip Kırım’a giderken
aynı gün Mustafa Kemal Adana'ya geçti ve kumandanlığı devraldı. Normalde
mütareke hükümlerine göre orduyu terhis etmekten başka yapabileceği bir
şey olmaması gerekiyordu. Ancak o çok daha ilerisini düşünüyordu. Savaş
kaybedilmişti ama vatan kaybedilmemeliydi. Onun planlarını zaten çok
önceden yapmıştı, şimdi uygulamaya başlama zamanıydı
Mustafa Kemal Milli Mücadeleyi Başlatıyor
Mustafa
Kemal Paşa ordusundaki subayları toplayarak durum değerlendirilmesi
yaptıktan sonra, Alman subaylarının 'Artık Harp bitmiştir.' demelerine
karşılık: "Onlar için harp bitmiş olabilir. Bizim için yeni başlıyor. Harb-i Kebir (Büyük savaş) bitmiştir, Harb-i Sagir (küçük savaş) başlayacaktır." dedi.
Kilisteyken
vatanı savunmak için kurmayı düşündüğü MÜDAFAA-İ HUKUK örgütlenmesinin
ilk oluşumunu başlatmıştı. Türklere kendi toprakları için mücadele
etmelerini öğütledi, bölge halkına silah dağıttı ve çete savaşı için
milis kuvvetleri kurmalarını istedi.
Doç. Dr Süleyman Hatipoğlu anlatıyor: "Arkadaşı
Ali Cenani Bey’le Katma’da karşılaşan Mustafa Kemal Paşa, O’na nereye
gittiğini sormuş, O da ailesinin yaşadığı Antep’e gideceğini, Türk
Ordusu’nun çekilmekte olduğu için, düşmanın Antep’i ele geçirip yağma
etmeden önce, oradaki ailesini daha emin bir yere götürmek istediğini
söylemiştir. O zaman Mustafa Kemal Paşa buna şu şekilde cevap verir:
“Memlekette adam kalmadı mı? Kaçmayı değil, kendinizi müdafaa etmeyi
düşününüz!” Bu cevap karşısında Ali Cenani şaşırarak; bunu nasıl
yapabileceğini sormuş, bu soruya Mustafa Kemal; “Teşkilat kurun! Millî
Kuvvetler meydana getirin ve kendinizi koruyun! İstediğin silahları ben
size veririm” diye cevap vermiştir!”
Mustafa Kemal'in Kilis'e gelişi ile ilgili geniş bilgiler ayrı bir yazımızın konusunu teşkil etmektedir. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.
Osmanlı
Genelkurmayı, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Mustafa
Kemal Paşaya gönderdiği telgrafta, ordunun Suriye’nin kuzeyine çekilmesi
durumunda savunma vaziyeti alıp alamayacağını, bu sayede mütareke
şartlarının değiştirilmesinin ve hafıfletilmesinin mümkün olup
olmadığını sordu; mütareke şartları tebliğ olununcaya kadar uygun bir
şekilde oyalanmasını istedi. Mustafa Kemal Paşa, maiyetindeki
komutanlara gönderdiği emirde, mütareke hükümlerinin uygulanmasının
kendileri için daha ağır bir duruma gelmemesini sağlamak üzere gerekli
tedbirlerin alınmasını isterken, Toros Tünellerinin Osmanlı Devleti için
stratejik açıdan çok büyük öneme sahip olduğunu hatırlatarak elde
tutulması gerektiğini ve terhis işlerinin geçiştirilmesi veya
geciktirilmesini tavsiye etti.
Düşmana karşı direnin
Mustafa
Kemal'in 1-8 Kasım 1918 tarihleri arasında Adana’dan Sadrazam Ahmet
İzzet Paşa’ya gönderdiği raporlarda ülkenin içine düşürüldüğü durumu
anlattı ve kafasındaki silahlı direniş düşüncesinden, açıkça İngilizlere
karşı silahla karşı koymaktan söz etti. Bunlar Anadolu direnişine
yönelik kayda geçirilmiş ilk ve tek resmi belgelerdir. Bir vatanseverin
gerektiğinde kişisel çıkarlarını, rütbesini, makamını kısaca her şeyini
bir kenara iterek doğru bildiği yolda sonuna kadar mücadele etmesi
gerektiğini göstermektedir. Bu raporlarından yükselen “isyan ateşi”
Kurtuluş Savaşı’nın ilk kıvılcımıydı. Raporlardan bazı bölümler:
1.
Mütareke şartlarının ikinci maddesinin harfiyen uygulanması doğal ise
de bu münasebetle karaya asker çıkarmaya dair mütarekede bir kayıt
bulunmadığından müsaade edilmemiş ve görüşme memurları dönüp geldikleri
gemiye gitmişlerdir.
2. İskenderun’da İngilizlerin karaya çıkmasının gerekirse ateşle önlenmesini emrettiğim arz olunur.
3. Çok ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, mütareke şartları arasında
yanlış anlamaları giderecek tedbirleri almadan orduları terhis edecek
ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak, İngilizlerin
ihtiraslarının önüne geçmeye imkan kalmayacaktır.
4. İskenderun’a her ne sebep ve bahane ile asker çıkarmaya teşebbüs edecek İngilizlerin ateşle engellenmesini… emrettim.
5. İngilizlerin aldatıcı muamele, teklif ve hareketlerini İngilizlerden
fazla haklı ve nazik gösterecek ve buna karşılık gönül alıcı emirleri
uygulamaya yaradılışım elverişli değildir.
6. Bugün Payas-Kilis
hattına kadar olan toprakları isteyen İngilizlerin, yarın Toros’a kadar
olan Kilikya mıntıkasını ve daha sonra Konya- İzmir hattının işgali
lüzumu teklifinin birbirini kovalayacağı ve sonunda ordumuzun kendileri
tarafından sevk ve idaresi ve hatta Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun Britanya
Hükümeti tarafından seçilmesi lüzumu gibi tekliflerin karşısında da
kalmak uzak bir ihtimal değildir.
7. Ben ne durumda bulunursam
bulunayım, doğru olduğuna inandığım ve gerekenlere duyurulmasını yurt
selameti icabı kabul eylediğim kanaatlerimi bildirmekten nefsimi
alıkoymaya muktedir değilim.
Mustafa Kemal'in Ahmet İzzet Paşa’ya, son mesajı: “Orduları
dağıtalım, fakat unvanı koruyalım… Müsaade edin, en ufak bir müfreze
halinde dahi olsa, bu unvanla ben onun kumandanlığıyla yetinir ve
vatanıma hizmet ederim”
Mustafa Kemal'in bu isteğine Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın yanıtı sert oldu: “Siz mağlup devletimize karşı bütün galip devletleri tekrar tahrik ve devletimizin temellerini tahrip mi etmek istiyorsunuz?”
Mondros’un
hemen ertesinde açıkça düşmanla silahlı mücadeleden söz eden ve
düşüncelerini yetkililere gönderdiği raporlarla belgeleyen başka bir
Allahın kulu çıkmadı.
Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor: “Yeni
devlete çıkan yolun ilk ve en dumanlı işaretleri, sanıyorum ki Mustafa
Kemal’in 1 Kasım 1918 ile 7 Kasım 1918 arasında Adana’da geçen 7 günlük
Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı zamanındaki buhran günlerinden
başlar”
Cevat Abbas (Gürer) anlatıyor: “Atatürk’ün,
Kilikya’yı ve Kilikya sınırlarını dahi bilmeyecek kadar gaflet
göstermiş olan Sadrazamla Adana’dan makine başında saatlerce süren
haberleşmesine şahit olmuştum. Atatürk… Sadrazam Mareşal İzzet’i,
devletin bulunduğu durum hakkında aydınlatmaktan kendisini alamıyordu.
Fakat her defasında aldığı cevaplar pek sudan ve aldatıcı idi.”. Cevat Abbas Mustafa Kemal'in, Adana’dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği telgrafların tanığıydı.
Atatürk anlatıyor: “…
Acı günlere ait olmakla beraber bu memlekete ait kıymetli bir hatırayı
yad etmek isterim. Efendiler bende bu vakayiin ilk hissi teşebbüsü bu
memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur. Suriye felaketini takip
eden Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı ile buraya gelmiştim. O zaman
memleket ve milletin nasıl bir atiye sürüklenmekte olduğunu görmüştüm ve
buna mümanaat için derhal teşebbüsatta bulunmuştum. Fakat o zaman için
bu teşebbüsümü müsmir kılmak mümkün olmadı... Bana milletin halası
yolunda ilk teşebbüs hissinin bu mukaddes topraklardan gelmiş olması
hasebiyle, hemşerisi olmakla mübahi olduğum bu toprakları tebcil ederim.” (15 Mart 1923 Adana Türk Ocağı)
Mustafa
Kemal'in uyarılarına kulak tıkayan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 8 Kasım
1918’de istifa etti. 9 Kasım 1918’de İngiliz ve Fransız kuvvetleri
İskenderun’u işgal edip şehre törenle bayrak çektiler. 10 Kasım 1918’de
Yıldırım Orduları Grubu kaldırılarak Mustafa Kemal İstanbul’a çağrıldı.
Ancak o zamana kadar Filistin harekâtını icra eden bu son ordudan
kalanları bir araya topladıktan sonra Toros Dağlarının kuzeyine çekmeyi
başarmış, silahlarını da teslim etmemişti. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın
kuzeye çekmeyi başardığı bu kuvvetler, bir yıl sonra başlayacak olan
Türk İstiklal Mücadelesi’nin Güney Cephesi’ndeki çekirdek kadrosunu
oluşturacak olan birliklerdi.
Sorular - cevaplar
Konuyla ilgili gelişmeleri yukarıda anlattıktan sonra artık akla gelen sorulara cevap verebiliriz.
Arap yarımadası ne zaman kaybedildi?
Yukarıda ayrıntıları verildiği gibi Arap yarımadası cephesinin çöküşü, salak iftiracının dediğinin aksine, birden bire
olmamıştır. İngilizlerin Ekim 1914'de Bahreyn'i işgaliyle başlamış,
Musul, Şam ve Halep hariç bütün yarımada Mustafa Kemal gelmeden 4 yıllık bir sürede
tek tek kaybedilmiştir. Osmanlı'nın Yemen'i, Hicaz'ı, Basra'yı,
Sina'yı, Filistin'i kaybetmesi ve Şam'ın güneyine çekilmesi ile Mustafa
Kemal'in hiçbir ilgisi yoktur. Bu topraklar kaybedilirken "dışarıdan" gerekli uyarıları yapmış ancak dikkate alınmamıştır.
Ordunun
en son 26 Ekim 1918'de Halep'ten çekilmesiyle Osmanlı 402 sene boyunca
İstanbul'dan gönderdiği valilerle ve mutasarrıflarla idare ettiği Arap
yarımadasını kaybetme süreci tam 4 yılda tamamlanmıştır.

- İngiliz-Fransız-Arap ordusunun Nablus saldırı hatları
-
Nablus yenilgisinin sorumluları kimlerdir?
Mustafa Kemal'in sağındaki
ve solundaki iki ordunun çökmesinin sebebi kendisi değil başlarındaki
beceriksiz ve kapasitesiz İsmail Cevad ve Mersinli Cemal Paşalardır.
Ancak onları suçlarken kuvvetler arasındaki 1'e 10 orantısızlığını ve
yukarıda anlatılan Osmanlı ordusundaki yoklukları da unutmamak gerekir.
Sadece onlar değil, İngilizlerin ortadan saldırır görünüp yan
cephelerden özellikle kıyı tarafından saldıracağını tahmin edemeyen,
saldırı başladıktan sonra bunu farketmeyen bütün orduların komutanı
olarak sorumlu Liman von Sanders'dir. Mustafa Kemal Nablus savaşından
önce İngilizlerin kıyı tarafından saldıracağını tahmin etmiş, Ordulara
komuta eden Liman von Sanders's bunu bildirmiştir. Sanders buna göre
tedbir almış olsaydı sonuç farklı olabilirdi. Yabancılar tarafından
hazırlanmış saldırı haritasında da görülebileceği gibi Mustafa Kemal'in
tahmini doğru çıkmıştır. Enver Paşa'da Osmanlı Ordusunun global savaş
kaybının baş sorumlusudur.
Liman von Sanders yeteneksiz miydi?
Liman
von Sanders'in Sanders'in yetenekleri hakkında karar vermek için
Osmanlı kuvvetlerinin tükenmekte olduğu değil çok daha güçlü olduğu
geçmişe dönmek daha doğru olacaktır.
Çanakkale’de 5. Ordu’nun başında belli bir döneme kadar Alman Mareşal Limon von Sanders vardı.
3.
Kolordu ve Türk Tümenleri, Çanakkale’ye düşman donanmasının Sebdülbahir
ve Kabatepe’den çıkacağını düşünürken, Liman Paşa, düşmanın Saroz
körfezinin uç kısmından, Bolayır civarından çıkacağını düşünmüş, bütün
savaş planlarını bu yanlış öngörüsü üzerine yapmıştı.
Liman
Paşa, Türk komutanların düşmanı mümkün olduğu kadar kıyıda karşılama
planını değiştirerek, kuvvetleri merkezde toplayıp nereye çıkarma olursa
oraya yönlendirme stratejisi izlemişti. Bu plana bağlı olarak Türk
komutanların kıyılara yerleştirdiği kuvvetleri geri almıştı. Örneğin,
yarımadanın en güneyindeki Sebdülbahir’de sadece bir tümen bırakılmıştı.
Bu nedenle düşman her çıktığı noktada rahatça tutunma şansı bulmuştu.
Liman
Paşa, Gelibolu’daki karargahtan ayrılırken kimseye emir yetkisi
vermemişti. O gece Çanakkale’ye çıkarmanın başladığında Mustafa Kemal'i
kimseden emir almadan “inisiyatif kullanarak” harekete geçirmek zorunda
bırakmıştı.
Liman Paşa, gelen birlikleri gece taarruzuna
zorlamıştı. Gelen her yeni birliği cepheye sürmüştü. Böylece plansız
programsız birlikleri eritmişti. Örneğin, Liman Paşa’nın emriyle yapılan
19 Mayıs gecesi taarruzunda bir gecede, tam 9000 Mehmetçik telef
olmuştu. Üstelik Liman Paşa anılarında bu taarruzun bir hata olduğunu
şöyle itiraf etmişti: “Bahis
konusu taarruzun tarafımdan işlenmiş bir hata olduğunu itiraf ederim.
Bu hatayı düşman kuvvetlerini iyi takdir edememekle ve elimizdeki az
topçu kuvvetiyle ve çok sınırlı cephaneyle bu işi başaracağımızı önceden
hesaplayamamakla işledim…” (Liman von Sanders'in
hatıraları s.98.). Liman Paşa’nın hatasının yol açtığı bir gecelik
kayıp, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki ve Başkomutanlığındaki
Kurtuluş Savaşı’nda bütün cephelerdeki kayıplara eşitti.
Liman
Paşa’ya yönelik en ağır eleştiriler ise o sırada cephede olan Türk
komutanlardan gelmişti. 3.Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın anıları, Kurmay
Başkanı Yarbay Fahrettin (Altay)’ın, Yarbay Selahattin Adil’in anıları,
Mustafa Kemal’in Enver Paşa’ya gönderdiği Liman Paşa hakkındaki yazı,
Korgeneral Fahri Belen’in anıları, Liman Paşa’nın Çanakkale’de çok ciddi
hatalar yaptığını ve Çanakkale Savaşı’nın onun hatalarına rağmen
kazanıldığını göstermekteydi.
Mustafa Kemal, 3 Mayıs 1915’te
Arıburnu’ndan Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya
gönderdiği mektupta, Mareşal Liman von Sanders’ten şöyle söz etmişti: “…
Maydos bölgesi kuvvetlerini komuta ettiğim zaman aldığım tertibat ile,
düşmanın karaya çıkmasına imkan verilmeyebilirdi. Liman von Sanders
Paşa, bizim orduları, bizim memleketimizi tanımadığı, gerektiği şekilde
incelemede bulunacak kadar da bir zamana sahip olmadığından, sadece
ihraç noktalarını, tamamıyla açık bırakacak tertibat almış ve düşmanın
karaya çıkmasını kolaylaştırmıştır… Vatanımızın savunulmasında kalp ve
vicdanları bizim kadar çarpmadığına şüphe olmayan başta Liman van
Sanders olmak üzere bütün Almanların fikri gücüne de itimat buyurmamanızı
kesin olarak temin ederim. Bence bizzat buraya teşrif ederek, umumi
vaziyetimizin gereklerine göre bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur
kardeşim.”
Prof İsmet Görgülü, “Çanakkale
İlk Günde Biterdi” adlı kitabında, eğer Alman Mareşal Liman von
Sanders’in hataları olmasaydı, Mustafa Kemal’in savaş planlarını
uygulasaydı savaşın ilk günde biteceğini belirtmiştir.
Mustafa Kemal neden sonuna kadar savaşmadı?
İftiralar
öyle ki sanki Osmanlı orduları Nablus'ta çok üstün durumdaymış,
neredeyse savaşı kazanmak üzereymiş Mustafa Kemal hainlik yapıp orduyu
geri çekmiş, Osmanlı bu yüzden savaşı kaybedip mütareke istemek zorunda
kalmış. Halbuki tam tersi. Yukarıda Arabistan yarımadasındaki savaşların
bütün safhalarını verdik. Görülüyor ki neredeyse savaşın başlangıcından
itibaren Osmanlı orduları sürekli geri çekilmektedir.
Mustafa
Kemal vatan için Divan-ı Harbe verilmeyi göze alarak gerekirse tek
başına insiyatif alacak kapasitede olduğunu Çanakkale savaşları
sırasında göstermişti. Örneğin Liman von Sanders Çanakkale’ye
çıkarmanın başladığı gece, Gelibolu’daki karargahından ayrılıp Saros’a
gitmiş, Mehmetçik düşmanla boğazlaşırken, o gece orda kalmıştı (Liman
von Sanders'in hatıraları, s.87, 88). Üstelik kimseye emir yetkisi
vermemişti. İşte o gece Mustafa Kemal kimseden emir almadan “inisiyatif
kullanarak” harekete geçmek zorunda kalmıştı.
Elbette
ki 7. Ordu çekilmeyip kuşatılmış olarak kahramanca sonuna kadar
savaşabilirdi. Ancak etkisiz bırakılması halinde arada İngilizleri
İstanbul'a kadar durduracak başka bir kuvvet kalmayacaktı. Osmanlı devletinin artık oralara gönderecek ordusu kalmamıştı.
Nitekim bu çekilme sonrasında Mustafa Kemal 7. orduyu Kilis güneyinde
mevzileterek İngiliz ordusunu durdurdu. Bu da gösteriyor ki Nablus'ta
Yıldırım Ordularının başında Mustafa Kemal olmuş olsaydı sonuç farklı
olabilirdi.
Türk askerinin cesaret ve kahramanlığına ne oldu?
Bunun cevabını Piyade Teğmen İbrahim Sorguç veriyor.
İbrahim Sorguç anlatıyor: "Filistin'deki
hezimetin sebebi sonraları hep İngiliz kuvvetlerinin Türk kuvvetlerine
insan ve silah gücü bakımından üstün oluşuna bağlanmıştır. İnsan
sayısında üstünlük olsa bile kanaatimce bunlar öne sürülmüş bahanelerdir
ve katiyen doğru değildir. Biz Filistin'de Türk askerlerinde fazlası
ile mevcut olan cesaret ve kahramanlık hasletlerini kullanamadık. Neden
kullanamadık? Çünkü üstü başı perişan, karnı aç askere hâkim
olunamamıştır.
Yukarıda
da belirttiğim gibi, cephe gerisindeki hayatla cephedeki çok farklıydı
ve biz cephedekiler açıkça enayi diye niteleniyorduk. Cephedeki askerin
bakımsızlığı o kadar rezalet bir şekil aldı ki, şimdi tarif etmekten
aciz kalıyorum. Buna karşılık Şam'da Arap kızları ile eğlenen bizim
zabitan ve neferlerin üst başlarının pek iyi olduklarını ve mütemadiyen
bizimle, yani cephedekilerle alay ettiklerini duyuyorduk. En mühimi,
yaralı olarak cepheden Şam hastanelerine ve diğer hastanelere gidenlere
hiç bakmıyorlarmış: Bu askerler ya ölecek veya ölecekmiş. Herkes artık
usanmıştı, ne olacaksa olsun, diyordu. Hatta bazı neferlerin ayaklarında
çarık dahi yoktu, verilmiyordu. Bütün bunlar cephede ve siperlerde öyle
bir tesir yaptı ki, nihayet koca Arabistan Cephesi yıkıldı gitti.
Halep'ten
aşağıya doğru Aden'e kadar olan yerler bizim idi. Ecdadımızın asırlarca
harp ederek kazandığı bu yerler kafasız adamların elinde bizden uçtu
gitti. Filistin'deki kıtalara iyi bakılsaydı cephenin düşmesine imkân
yoktu. Sonradan öğrendik ki, birçok yerlerde tek kurşun dahi atmadan
teslim olmuşlar. Yalnız cephemizin sol tarafında bulunan Mustafa Kemal
Paşa'nın ordusu bozulmadan ve İngilizlere ağır zayiat verdirerek Halep'e
kadar geri çekilmiş. Zira o büyük kumandan askerine iyi bakıyormuş. Bizimkiler gibi aç ve sefil bir vaziyette değillermiş. Askere bakılmazsa işte netice budur. Zaman gelecek bunlar okunacaktır. Daha yazılacak çok şeylerim var, ama bir türlü yazamıyorum."
Sorguç
1916 yılında askere alınmış ve bir yıllık askeri eğitimden sonra
Filistin Cephesine gönderilmiş. Bu cephede, 8. Ordu emrinde çarpışırken
İngilizlere esir düşmüş. İki yıl süren esaretten sonra, Osmanlı
ordusunun dağıtılması ile birlikte memleketine gönderilmiş ve hemen
akabinde, kurtuluş harbinin başlaması ile yeniden cepheye koşmuş.
Mustafa Kemal çekileceğini haber vermedi mi?
Başlarda
Komuta ettiği ordu savaşmış ve düşmanı durdurmuş, sonra sağında ve
solundaki iki orduyu yalnız bırakarak onların mahvolmalarına sebep
olarak değil onların göçtüğünü, sıranın kendi ordusuna geleceğini
gördükten sonra ve de savaşarak ordusunu çekmeye başlamıştır. Yukarıda
ayrıntıları verildiği gibi, özellikle Liman von Sanders'in anlatımlarına
göre, kimseye haber vermeden çekildiği büyük bir yalandır. Tam
tersine komutanına haber vermiş KOMUTANI DA ÇEKİL EMRİNİ VERMİŞTİR.
Aksi takdirde mutlaka Divan-ı Harbe verilirdi ya da en azından Liman von
Sanders hatıralarında öyle yazardı.
Mustafa Kemal Şam'ı neden savunmadı?
Şam'ı
savunma görevi Mustafa Kemal'de değildi. Sanders görevi Cemal Paşa'ya
verdi, Mustafa Kemal'i Ravak'a gönderdi. Cemal Paşa ise 7. ve 4. orduyu
bırakıp Ravak'a gitti. Başsız kalan ordu Halep'e çekildi.
Mustafa Kemal barıştan başka çare kalmadığını ne zaman anladı?
Evet Mustafa Kemal artık barıştan başka çare kalmadığını yüksek sesle bildiriyor ama savaştan önce komutanlara değil herşey bittikten sonra İstanbul'a. Bunları yazarken çaresiz değildi. Çaresizlik Mustafa Kemal Atatürk'ün kitabında yazmazdı. Hala vatanın kurtarılabileceğine inanıyor ve bunun için ne yapılması gerektiğini de biliyordu.
Yıldırım Ordusu komutanları ne dediler ?
Nablus
savaşının bütün safhalarını bilen, o sırada Mustafa Kemal'e herkesten
daha yakın olan İsmet İnönü, Refet Bele, Cevat Çobanlı, Fevzi Çakmak,
Ali Fuat Cebesoy, Mersinli Cemal Paşa, Mehmet Nihat Anılmış Paşa, Ömer
Lütfi bey gibi komutanlar Mustafa Kemal'i bozguna sebep olmakla suçlamak
şöyle dursun sonra Milli Mücadele'de ve Kurtuluş Savaşında Mustafa
Kemal'in yanında olmuşlardır. Bu ne demektir?
Mustafa Kemal, Enveri neden sevmezdi?
Mustafa
Kemal, Enver Paşa'yı yetersiz görmekteydi. Enver de Mustafa Kemal'in bu
görüşlerini bilmekteydi. Sadece Sarıkamış faciası bile ne kadar haklı
olduğunu göstermişti. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN
Çanakkale savaşından sonra Osmanlı Genel Kurmayı Reisi Enver Paşa
yerine Kemal Paşa olsaydı savaşın kaderi değişirdi. Liman von Sanders'in
de ifade ettiği gibi Enver Paşa 1. Dünya savaşını uzaktan, daha çok
İstanbul'dan idare etmişti.
Mustafa Kemal mevki talep etti mi?
Mustafa
Kemal'in üst düzey görevlere talip olduğu bilinmektedir. Dünyaya 100
yılda bir gelebilecek böyle bir dahinin kendisinden üst makamlarda
kapasitesiz insanları görmeye tahammül edememesi ve o görevleri daha iyi
yerine getireceği inancıyla büyük cesaretle talip olması gayet
normaldir. Vahdettinden de üst düzey görev istediği tahmin etmek zor
değildir. Bu konuda yazılı belgeler yoktur ancak çevresindeki insanların
hatıralarından durum gayet iyi anlaşılmaktadır.
En
üst düzeylerde sorumluluk üstlenmek istemek, göreve talip olmak ülke ve
ordular o kadar berbat vaziyette iken büyük cesaret isterdi. O da
Mustafa Kemal'de fazlasıyla mevcuttu.
Mustafa Kemal,
yakın arkadaşı Yunus Nadi ile yaptığı bir sohbette, Mütareke döneminde
Ahmet İzzet Paşa'nın oluşturacağı hükümette kendisine Harbiye
Nazırlığı'nın verilmesi için çektiği telgraftan bahsederken "Kendisi
bunu mansıp (rütbe, mevki) hırsı ile yorumlamış. Halbuki ben
adamlarımızı biliyordum. Orada memlekette yapılacak hizmeti, en büyük
salahiyetle ancak ben yapabilirdim. Eğer ben o kabinede bulunsaydım, işi
daha İstanbul'un eşiğindeyken hallederdim..."
diyerek, kendine olan aşırı güvenini anlatmış. Bu güven öylesine
büyüktü ki, ileriki yıllarda, kendisine muhalefet eden herkesi teker
teker saf dışı etmesinde hiçbir yanlışlık görmeyecekti.
Mustafa Kemal Lawrence ile görüştü mü?
Böyle
bir görüşmeye dair hiçbir belge yok. Başta Mustafa Kemal ancak cepheye
gelip durumu kavrayıp yapılması gerekenleri gözden geçirecek kadar zaman
bulabilmiştir. Yukarıda verdiğimiz kronolojiye göre de Mustafa
Kemal'in Lawrence ile görüşmüş olması mümkün değildir. İngiliz yazar Lord Kinross'a bakılacak olursa, Lawrence Arap askerleriyle Şam'a girerken, Mustafa Kemal, Rayak'a doğru yol alıyordu.
Mustafa Kemal Allenby ile görüştü mü?
Böyle bir görüşmeye dair de hiçbir belge yok. Necip Fazıl'ın M. Kemal'in sözde Allenby görüşmesini 'hiç bir "maddi menfaat" gözetmeksizin'
yaptığı şeklindeki anlamsız ifadesi, iddianın saçmalığını ortaya
koymaktadır. Atatürk hayatında maddi menfaat gözetmemiş biridir. Neyi
varsa Devlet'e bağışlamıştır. İngiliz gizli istihbarat resmi raporlarına
göre de Atatürk zimmetine para geçirmemiş tek İttihatçı önder. Üstelik
askerliği süresince İngilizlerden nefret etmiş biri. Yani Mustafa Kemal
Allenby görüşmüşse bunu para-altın istemek için değil ancak
vatan-millet için yapmış olabilir. O halde yukarıda anlattığımız gibi
Genel Kurmay Başkanına, Harp Nazırına, Padişaha, velhasılı hayatında
kimseye lafını esirgemeyen Mustafa Kemal gibi biri görüşme
yapmışsa bunu açıklamaktan çekinmez, hatta raporlarına mesnet teşkil
ederdi.
Sonuç
Haçlı-Siyonist ittifakının Sevr'i hortlatmak için BOP/Genişletilmiş BOP projesi içerisinde uygulamaya koyduğu "De-Kemalizm" yani Sevr'i rafa kaldırmış olan "Atatürk'ün defterini dürme"
kampanyası günümüzde devam ediyor. Yok masondu, yok dinsizdi, yok
ateistti, yok şapka giymediği için falancayı astırdı, yok diktatördü,
yok Azerbaycan'ı sattı, yok ayyaştı-ayık gezmezdi, yok Anıtkabir mason
tapınağıydı, mezarına-heykeline-büstüne tapıyorlar v.b. gibi mesnetsiz,
belgesiz safsatalara cevap yetiştirmeye zamanımızı harcamaya devam
ediyoruz. Ancak iyi de oluyor. 77 yıl sonra bile hala bu kadar
konuşulması ve gündemin en üst sırasında olması, onun büyüklüğünü
dünyaya 100 yılda bir gelebilecek dahi olduğunun kanıtı.
Kaynaklar:
Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Hicaz’da Hâkimiyet Mücadelesi.
Mustafa Bostancı. Akademik Bakış-Cilt 7 Sayı 14. Yaz 2014.
İngiliz
Belgelerine Göre Mustafa Kemal-Lawrence Görüşmesi. Salahi R. Sonyel
BELLETEN, 205, Cilt: LIII - Sayı: 205 - Yıl: 1988 Aralık
Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük. Kemal Kara. Önde yayıncılık. İstanbul. 2000
Türkiye'de 5 Yıl. Liman von Sanders. Burçak Yayınevi. Çeviren: M. Şevki Yazman. 1968
Filistin Cephesi'nden Adana'ya Mustafa Kemal Paşa. Süleyman Hatipoğlu. Yeditepe Yayınevi. İstanbul 2009.
Atatürk:
The Rebirth of a Nation. Lord Kinross. Londra 1981. Türkçesi: Atatürk
Bir Milletin Yeniden Doğuşu. Çevirmen Necdet Sander. Altın Kitaplar.
2011.
Salgın Hastalıklardan Ölümler (1914 - 1918). Prof. Dr. Hikmet Özdemir. Türk Tarih Kurumu Yayınları / On Beşinci Dizi
Bülent Pakman. Mayıs 2015. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder