3 Ağustos 2014 Pazar

Amerikan salatası, şerbetçi otu, CCCP

Yıl 1947. Dünya yeni sona eren korkunç bir savaşın izlerini silmeye yaralarını kapatmaya çalışıyor. Atatürk öldükten 9 yıl sonra, “istiklali tam” ilkesinin rafa kaldırılıp ABD mandacılığına sığınmamızın miladı. Savaşa bulaşmadığı halde o dönemde bir taraftan İngiltereye Paşa sigarası ihraç eden, Yunanlılara gemilerle yiyecek gönderen ama diğer tarafta ekmeği süpürge otu ile yapıp kuyruklarda karne ile dağıtan Türkiye'de artık rahatlama beklenirken Hitler ordusu yerine bu kez de Stalin korkusu hudut kapılarını çalıyor. Ya da öyle gösteriliyor. Gerçek hiçbir zaman anlaşılamayacak. İnönü CHP’si iktidarda ama bu ABD ye yetmiyor. İşini sağlam tutması gereken ABD 3 yıl sonra Menderes’i iktidara getiriyor.  Çok küçük de olsam  Kore’de savaştığımızı hayal meyal hatırlıyorum bunun NATO ya alınmamız karşılığında yapıldığını sonradan öğreniyorum. Biraz daha büyüyorum. Okula başlıyorum. Okulda Moskofların düşmanımız, gözlerinin topraklarımızda olduğunu öğreniyoruz. Bir tarafta Marshal yardımı, Amerikadan gelen süt tozları, kevgir çiğnerken ilk kez tanıştığımız üstelik şekerli uzun ince yassı jikletler, İtalyanlar gelir diyerek Akdenizden Anadolu'ya yol inşa ettirmeyen Fevzi Çakmak politikasının terk edilmesi, Menderes’in karayollarını ihya etmeye başlaması, “I love America” şarkısı, “Amerika dostumuz, onlar olmasa Kuruçef bizi çoktan yutardı” bunları görüyor, öğreniyoruz. Rita Hayward'lı, Clark Gable'lı Amerikan filmlerini seyrederek büyüyoruz. Tek katlı garajda yayla gibi bir araba duran, uzun geniş çim bahçeli, marketlerden devasa kesekağıtlarla taşınan yiyeceklerle dolu devasa derin donduruculu, birkaç yatak odalı Amerikan evleri bize “American Way of Life” olarak sunuluyor. “Bakın biz böyle yaptık, siz de bize takılın hayatınızı yaşayın” deniliyor. “Biz bu işi biliriz, biz ne dersek onu yapın” deniliyor.

Çocukluğumun geçtiği İskenderun’da bir gece yarısı evimizin önünden tanklar geçiyor, Anneannem korkma oğlum diyor, yıllar sonra anlıyorum, meğer Menderes Irak Baas ihtilali sonucu Bağdat Paktının yıkılmasına çok içerlemiş, Suriye’ye girmeye niyetlenmiş ama ABD “Hoop dur bana sormadan ne halt ediyorsun” deyince aynı tankları bu kez geriye dönerken seyrediyoruz. Bu dönemde Cemal Abdül Nasır önderliğinde Amerikan karşıtı Arap uyanışı bize “araplar pistir, ne arabın yüzü ne Şamın şekeri, onlar bizi arkadan vurmuştu” olarak empoze ediliyor. Araplara düşman oluyoruz, en azından sevmiyoruz uzak duruyoruz, bu yüzden yıllar sonra bize Marsiya'ya soykırım anıtı dikerek kazık atacak olan dostumuz ve müttefikimiz Fransa'yı gücendirmemek uğruna Cezayir’in bağımsızlığına karşı Birleşmiş Milletlerde oy veriyoruz.Derken sadece yol açarak bu işin gitmeyeceğini anlayan ve ağır sanayi kurmak isteyen Menderes ABD’den para alamayınca, Ruslara göz kırpmaya falan niyetlenince iktidardan indiriliyor ve idam ediliyor. Hala küçüğüm 12 yaşındayım, ama büyük olsam da farketmez, bizlere ne öğretildiyse onu biliyorum, 27 Mayısta cuntanın ilk mesajının neden “Amerika’ya ve NATO’ya bağlıyız” olduğunu da yıllar sonra anlıyorum. 38 subaydan oluşan cuntanın ürünü olan bu ihtilal Cumhuriyet döneminde Ordu ve cunta kavramlarının içiçe geçmesinin miladı oluyor. 27 Mayıs cuntası kısa zamanda ikiye bölünüyor. İktidarı İnönü'ye devredelim diyen 24 ler, iktidarı hemen vermeyelim diyen Aspaslan Türkeş'in başını çektiği 14 leri tasfiye ediyor. Ama 15 Ekim 1961 de İnönü seçimleri kazanamayınca kendilerinden intikam alınacağı korkusuyla bu kez Silahlı Kuvvetler Birliği adı altında generallerden teğmenlere kadar uzanan Cevdet Sunay'ın başını çektiği çok daha  geniş bir Cunta oluşuyor. Cunta Cumhurbaşkan adayı Ali Fuat Başgil'i  adaylıktan tehditle vazgeçiriyor ve milletvekilliğinden istifa ettiriyor. Cunta'nın baskısı sonucu Başbakan yapılan İnönü Cuntayı önemli ölçüde sakinleştiriyor ama tatmin olmayan Harb Okulu komutanı Talat Aydemir 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 de iki kez darbe girişiminde bulunuyor. Aydemir'i yarı yolda bırakan Muhsin Batur'un başını çektiği geri kalanlar cuntalarını 12 Mart'a kadar sürdürüyorlar.

Bu çalkantılı dönemlerde Ankara Sakarya’da adı mecburen “Amerikan salatalı“  olarak lanse edilen Goralı sandviçinin herkes gibi delikanlılık yaşına gelen bizler de müptelası oluyoruz. Aslında daha iyisini “Piknik” yaparken kıç kadar bir dükkanda Muammer Goralı kafasını çalıştırıp yeni bir şey yapıyor, king size kol büyüklüğünde sosislisiyle olay oluyor. Resim hocamız rahmetli Eşref Üren "merak etmeyin yakında o da küçülür" diyor. Bizim şerbetçiotumuz bize Coca Cola olarak geri dönüyor. Bu arada Yuri Gagarin uzaya gidiyor. Afallıyoruz. Zira bizim idolumuz Amerika yerine Ruslar uzayda. Nasıl olur? Hani Amerika en büyüktü? Amerika nerede, ne yapıyor?
Artık 15 yaşındayız, 1964 de. TED Ankara Koleji Orta 3 deyiz. İnönü hala başımızda. Sınıf arkadaşlarımızla başlıyoruz düşünmeye. Yahu diyoruz bu neyin nesidir? Niye biz Rus düşmanıyız, neden Amerika’ya bu kadar hayranız?  Neden Ruslar başka takımlarla maç yaparken biz hep karşı takımı tutmak zorunda kalıyoruz? Aramızdan cesaretli biri çıkıyor, teneffüste karatahtaya  CCCP yazıyor, açılımını bilmeden. O zaman TV yok, gazetelerde Rus futbol milli takımının formalarında CCCP yazılı olduğunu biliyoruz, ama neyin nesi olduğunu bilmiyoruz. Sadece Ruslarla ilgili birşey olduğunu tahmin ediyoruz. Güya İngilizce biliyoruz ama ne İngilizce ne de Türkçe de bu harflerin karşılığını göremiyoruz. Zira parayla okuduğumuz Ankara Kolejinde bize Kiril alfabesinin varlığı öğretilmemiş. Neyse dönelim karatahtaya. Teneffüs bitiyor. Türkçe hocamız bayan giriyor sınıfa. Girer girmez CCCP’yi görüyor. Dehşet içinde kalıyor, gece karanlıkta mezarlıktan geçerken hayalet gördüğünü zannediyor zahir.  “Kim yazdı bunu” diyor. Kimseden ses çıkmıyor, bilenler sır vermiyor, zaten CCCP’nin ne olduğunu bile bilmediğinden neler olduğunu da anlayamıyor. Neyse tehditleri takiben yazan arkadaşımız ortaya çıkıp “ben yazdım” diyor, sınıfı kurtarıyor. Hoca hemen çocuğu alıp kat muavinine götürüyor. Sonrasında Mac Carthy'cilik, günlerce süren çapraz sorgular, soruşturmalar, Milli Eğitimden müfettişler geliyor, bunun arkasında Moskoflar falan var mı araştırılıyor. Hepimiz sorguya çekiliyoruz. Çocuğun annesi okula çağrılıyor, uzun lafın kısası çocuk neredeyse idam edilecekken ben ve bir başka arkadaşın (yıllar sonra Silivri'de Doğu Perinçek’in avukatlığını yapan, Ulusal TV’de seyrettiğimiz) “bütün bunlar sadece sporla ilgiliydi” demesiyle ve de bizlerin yeterince korkutulmuş olduğu da görülünce hocalar rahatlıyor olay kapatılıyor. Ancak bu arada Rusların düşmanımız olduğu böyle şeylerin şakasının bile yapılmayacağı konusunda uzun uzadıya sert azarlar işitiyoruz. Aynı yıl özetle içeriğinde “Sakın Kıbrıs’a müdahale etmeyi falan düşünmeyin yoksa fena olursunuz” olan “efendimiz” Johnson’un tehditlerle dolu mektubunu posta kutumuza atıveriyorlar. Buna “yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de o dünyada yerini alır” diye yanıt vermeye cesaret eden İnönü düşürülüp, yerine Celal Bayar'ın "şu bizim su müdürü" dediği Morrison firması temsilcisi  Demirel oturtuluyor. AP içerisinde Sadettin Bilgiç'in başını çektiği muhafazakar kanadın "Yahu etmeyin bu adam masondur, o sayede buraya gelmiştir" falan demesi hatta kayıt belgesinin ortaya çıkması üzerine Yüksek Mühendis Demirel hemen gidip bir başka Yüksek MühendisÜstadı Azam yani Büyük Üstad Necdet Egeran'dan  "üyemiz değildir" diye belge alıyor. Evet bu belge verildiğinde Demirel gerçekten üye değildir, zira Necdet Egeran onun kaydını yok etmiştir. Daja geniş açıklamalar için TIKLAYIN. Bu belge Türkiye masonlarını ikiye bölüyor, bir kısmı "boşverin ne olacak bizden bir başbakan oldu" derken diğer kısmı "ne demek biz neden utanıyoruz, bir mason mason olduğunu gizleyebilir ama o hiçbir zaman  mason olmadı da denemez". Ama bu belge AP Genel Kurulunda delegelere dağıtılınca Demirel diğer adayı yani Sadettin Bilgiç'i ezip geçiyor. Demirel muhafazakar Bilgiç ve sonra ortaya çıkan dinci Necmeddin Erbakan tayfasının kendisini yıpratmasını önlemek için Nurcuları milletvekili yapıyor, imam hatip okullarını yaygınlaştırıyor, farkında olmadan bugünkü dinci iktidarının temellerini atıyor. Demirel’in sloganı “Böyyük Türkiye“. Ama o da bir süre sonra Coca Cola fabrikaları ile büyüyemeyeceğimizi anlayıp sanayiye yönelmeye niyetleniyor. Bunun için Moskova’ya gidiyor. Halbuki o zaman kadar  “gomonistler Moskovaya” denilirdi. Neyse o unutuluyor. Sovyet yardımıyla Seydişehir'de, Karadeniz'de, İskenderun'da, Aliağa'da aluminyum, demir çelik, rafineri, bakır kompleksi falan kurulmaya başlayınca bir de ABD Kongre üyelerinin afyon tarlalarının bombalanması talebini kabul etmeyince Demirel 12  Mart 1971 de muhtırayla yani yumuşak derbeyle düşürülüyor. Demirel’in o zamanki Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil "12 Martta Amerika vardır" deyip her şeyi açıklıyor. 12 Mart döneminde AP ve Demirel büyük prestij kaybediyor, bu da Erbakan'a büyük fırsat sağlıyor, nakşibendi tarikatlarını siyasal örgütlenme içerisine alarak dinci bir parti kuruyor. 9 Martta sol cuntayı tasfiye eden 12 Mart ile artık orduda cunta hiyeyarşik olarak en üst komuta kademesine taşınıyor.

Demirel’in yerine gelen Erim’in ilk icraatı ABD nin isteğini yerine getirerek afyon ekimini yasaklamak oluyor. 12 Mart döneminden sonra 1973 de yapılan ilk seçimde dinci Erbakanı'nın Milli Selamet Partisi ile koalisyon yaparak iktidara gelen Ecevit İmam Hatip Okulu Mezunlarına Üniversitenin yolunu açıyor. Ecevit bu arada yaz boz tahtasına dönen afyon ekimini serbest bırakıyor. Üstüne üstlük bundan hemen sonra kendinden gayet emin olarak yapamazsınız demeye gelen Cisco’yu yani  ABD’yi  dinlemeyip  kimsenin cesaret edemediği Kıbrıs çıkarmasını da yapınca  iktidarı kaybediyor. Çıkartma sırasında Yunanistan NATO’dan ayrılıyor.

Bunu takiben Amerika Birleşik Devletleri 1975 de resmen ilan ettiği Vietnam yenilgisinin ardından, Komünizmin Güney Asya’dan adalara geçerek daha güneye inmesini önlemek için, Müslümanlığı kullanmaya karar veriyor. ABD; Filipinler,Malezya, Endonezya, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Türkiye ve Ortadoğu yeşil kuşak şeridi ile komünizmi Güney Asya’ya hapsetmek istiyor. Sovyetler Birliği içerisindeki müslüman nüfusu uyandırmak istiyor. Başka bir deyişle batıdaki NATO’nun karşılığı olan ve işlemeyen SEATO’nun yerine komünizme karşı İslamiyetin bir ideoloji gibi kullanılmasına, İslam'ın siyasallaştırılmasına başlanıyor.

Ecevit’ten sonra gelen Demirel 1. ve 2. MC iktidarında  MC iktidarlarında yer alan Milli Selamet Partisini arkalarına alan tarikatlar eğitimde hızla örgütleniyorlar. Üniversite Hazırlık Kurslarına ağırlık vererek İmam Hatiplilerin Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerine yerleştirmeye başlıyorlar. Fethullah Gülen'in 9 Eylül 1977 de İstanbul'da  Sultanahmet Camii'nde verdiği ikinci vaazını dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de dinliyorlar. Demirel MC iktidarları boyunca ABD’nin “Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü veto etme” talimatını yerine getirmiyor vetosunu sürekli kullanıyor. Elbette o da düşürülüyor.  Cunta uzun süredir ordu komuta kademesine taşındığı için ihtilal yapmak çok kolay oluyor. O sıralar İran'da oluşan Amerikan Aleyhtarlığına karşın 12 Eylül 1980 ihtilalini yaptıran Amerika darbe haberini dünyaya bizden bile önce veriyor. “Netekim” Yunanistan sadece 1 ay 8 gün sonra yani hemen NATO’ya alınıyor. Askeri yönetim yani Cunta Anayasa oylaması geçsin diye tarikatlara dokunmuyor ve bu Demirel zamanında başlayan ve Ecevit koalisyonu ve MC dönemlerinde iktidar nimetlerinden faydalanan dinci siyasal örgütlendirmeyi iyice palazlandırıyor. Askeri Yönetim, İmam Hatip Lisesi mezunlarını üniversite sınavında diledikleri fakülteleri tercih etme hakkına kavuşturuyor. 1982 Anayasası’nın 24’üncü maddesiyle din eğitimi devlet güvencesine alınıyor. Daha önce seçmeli olarak okutulan din dersleri, ilk ve orta okullarda zorunlu hale getiriliyor.

Demokrasiye tekrar geçme aşamasında Turgut Özal Amerikaya gidiyor. Amerikanın baskısıyla Cunta Özal'ı veto edemiyor ama diğer rakiplerini veto ederek Özal'a iktidar yolunu açıyor. Nakşibendilerin Başbakan ve Cumhurbaşkanı olabilme süreci böylece 1984 de başlıyor.

Gelelim yakın zamana. Dinci-Nakşibendi Başbakan Erbakan'ı hazmedemeyen Ordunun Çevik Bir'in güçlü olduğu dönemde Sincan'da tank gösterileri ve 28 Şubat 1997 müdahaleleri ile merkez sağ koalisyon kurulması, içine kapanık, konuşmayan, her şeyi yazışmalarla götüren, bürokrat,  garip Cumhurbaşkanı ile uyumsuzluk sonucu 2001 de aniden patlayan büyük ekonomik kriz üzerine ABD’den Kemal Derviş ithal ediliyor. Tam ekonomi sıkı para politikasıyla tekrar doğrulmaya başlarken Devlet Bahçeli durup dururken erken seçim kararı aldırtıyor. Kemal Derviş provokatörlüğü ile merkez ve sağ dağıtılıyor, AKP bu seçimlere tek alternatif olarak giriyor. Böylece Neo Conların Kemal Derviş ile tetiklenen ve Türkiye ayağında Tayyip, ABD ayağında Hocaefendi Feto tarafından yonetilen Ilımlı İslam devrine geçiyoruz. Tayyip  hazıra konarak, Kemal Derviş’in ekonomik politikalarının kaymağını yiyerek iktidarını sağlamlaştırıyor. Uzun süre özelleştirmelerle, düşük kur-yüksek faiz sayesinde sıcak para gelmesiyle, herkese yeşil kart, sağlık muayene-tedavi kolaylıkları, kömür, patates vb vererek idare ediyor hatta oy patlaması yapıyor.

Benim yaşıtlarımın yediği sadece Amerikan salatası ve içtiğimiz sadece meyankökü/şerbetçiotu değildi elbette. Bir zamanlar “Halk işçi gençlik devrim yapacak, bize Amerika, bize Amerika selam duracak” sloganı da vardı. Ben bu slogana gülüp geçiyordum. Zira biz Amerika’yı selama durduracak halden çok uzaktık ve zaten o hale getirilmezdik. Biliyordum ki bu sloganı attıran da Amerika idi. Johnson’un mektubundan sonra Türkiye’nin hızla Amerikan karşıtlığına gitmekte olduğunu gören ABD, yabancı ajan, yerli ajan ve provokatör ordusuyla bir devrimci kitle oluşmasına katkıda bulundu. Ama bu kontrol altındaydı. Dönemin İçişleri bakanı zehir hafiye Faruk Sükan boşuna demiyordu “biz solcuların nefes alışını bile izliyoruz” diye.  Devrimcilerin karşısına faşistler çıkarıldı. Özellikle provoke edilen kaos ortamı  darbeye firsat verdinetekim ve darbeyi meşru göstertti. Sonuçta devrimci falan kalmadı.  Askeri yönetim hepsini eliyle koymuş gibi buldu “netekim”. Kimi idam edildi, kimi faşit ve ajanlarca öldürüldü, kimi hapislerde çürüdü, kalanlar ise pasifize oldular. Peki ajan/provokatörler ne oldu? Mesela bilmem kaç yüzbin mermi ile taranan bir evden nasılsa burnu kanamadan çıkan gibi. Onlar bugün liberal, 2. cumhuriyetçi falan olarak anılıyorlar. Ben kısaca entel/dantel/liboş diyorum onlara. Kimi de eskiden Kürkçülük yaparken birden Kürtçü oldu. Artık Amerikan karşıtlığını sadece Ulusalcılar yapıyorken, onlar da Ergenekoni darbeci uydurmasıyla susturuldular, olay tamamen bitti.

Ülkemizde bu süreç 1947 de başladı. O yılda Köy Enstitülerinin tasfiye kararı da alınmıştı. Tesadüf mü? Elbette değil. Tersi olsaydı, yani Köy Enstitüleri kapatılmasa, Amerikaya teslim olmasaydık bugün çok farklı bir konumda olurduk. Bütün bunları başımıza açan Stalin miydi? Bu hala tartışılıyor. Bizim nesil soğuk savaşı Amerikaya teslim olarak boşu boşuna yaşadı ve malesef ömrümüzün en verimli yıllarını Amerika’yı selam durdurmak şöyle dursun, Amerika’ya selam durarak geçirmek zorunda bırakıldık.

1950 lerde, Cezayir’den Mısır’dan, Irak’tan, Pakistan’dan, Afganistan’dan Endonezya’ya neredeyse tüm İslam aleminde Atatürk'ün yaktığı meşale parlıyor, bu ülkelerin reform çalışmalarına Türkiye örnek oluyordu. Bu ülkeler o zamanda da Müslüman’dılar, inançlarına bağlıydılar ama çağdaş bir kafaya sahiptiler. En örümcek kafalısı olan Suudi Arabistan bile modern çağa ayak uydurmaya başlamıştı, ta ki 1979 Mekke İsyanına kadar. Bakınız bu konudaki ayrıntılı yazımız. Atatürk reformlarından öcü gibi korkan, bu reformların İslam Ülkelerinde yerleşmesinin anti-emperyalist İslam uyanışına yol açacağını anlayan ABD bu ülkelerde gericiliği hortlatıp bu ülkeleri tekrar bir ortaçağ karanlığına ittikten sonra, bu yeni öcüyü karşısına alıyor ve Medeniyetler Çatışması diye de bir doktrin üreterek tüm dünyada Siyasi İslam adını verdiği topyekun İslam düşmanlığının tohumlarını ekmeğe başlıyor.

Sonuçta ABD’nin Büyük Orta Doğu Planı - Ilımlı İslam Planı çerçevesinde bizden sonraki nesli daha da kötü dönemler bekliyor.

Bülent Pakman.  Temmuz 2009. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.

Türkiye ile ilgili diğer yazılarımız

Facebook WidgetsOLYMPUS DIGITAL CAMERABülent Pakman kimdir  http://bpakman.wordpress.com/pakman/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder