Yıl 1947. Dünya yeni sona eren korkunç bir savaşın izlerini silmeye yaralarını kapatmaya çalışıyor. Atatürk öldükten 9 yıl sonra, “istiklali tam” ilkesinin rafa kaldırılıp ABD mandacılığına sığınmamızın miladı.
Savaşa bulaşmadığı halde o dönemde bir taraftan İngiltereye Paşa
sigarası ihraç eden, Yunanlılara gemilerle yiyecek gönderen ama diğer
tarafta ekmeği süpürge otu ile yapıp kuyruklarda karne ile dağıtan
Türkiye'de artık rahatlama beklenirken Hitler
ordusu yerine bu kez de Stalin korkusu hudut kapılarını çalıyor. Ya da
öyle gösteriliyor. Gerçek hiçbir zaman anlaşılamayacak. İnönü CHP’si
iktidarda ama bu ABD ye yetmiyor. İşini sağlam tutması gereken ABD 3 yıl
sonra Menderes’i iktidara getiriyor. Çok küçük de olsam Kore’de
savaştığımızı hayal meyal hatırlıyorum bunun NATO ya alınmamız
karşılığında yapıldığını sonradan öğreniyorum. Biraz daha büyüyorum.
Okula başlıyorum. Okulda Moskofların düşmanımız, gözlerinin
topraklarımızda olduğunu öğreniyoruz. Bir tarafta Marshal yardımı,
Amerikadan gelen süt tozları, kevgir çiğnerken ilk kez tanıştığımız
üstelik şekerli uzun ince yassı jikletler, İtalyanlar gelir diyerek
Akdenizden Anadolu'ya yol inşa ettirmeyen Fevzi Çakmak politikasının
terk edilmesi, Menderes’in karayollarını ihya etmeye başlaması, “I love
America” şarkısı, “Amerika dostumuz, onlar olmasa Kuruçef bizi çoktan yutardı”
bunları görüyor, öğreniyoruz. Rita Hayward'lı, Clark Gable'lı Amerikan
filmlerini seyrederek büyüyoruz. Tek katlı garajda yayla gibi bir araba
duran, uzun geniş çim bahçeli, marketlerden devasa kesekağıtlarla
taşınan yiyeceklerle dolu devasa derin donduruculu, birkaç yatak odalı
Amerikan evleri bize “American Way of Life” olarak sunuluyor. “Bakın biz böyle yaptık, siz de bize takılın hayatınızı yaşayın” deniliyor. “Biz bu işi biliriz, biz ne dersek onu yapın” deniliyor.
Çocukluğumun
geçtiği İskenderun’da bir gece yarısı evimizin önünden tanklar geçiyor,
Anneannem korkma oğlum diyor, yıllar sonra anlıyorum, meğer Menderes
Irak Baas ihtilali sonucu Bağdat Paktının yıkılmasına çok içerlemiş,
Suriye’ye girmeye niyetlenmiş ama ABD “Hoop dur bana sormadan ne halt
ediyorsun” deyince aynı tankları bu kez geriye dönerken seyrediyoruz. Bu
dönemde Cemal Abdül Nasır önderliğinde Amerikan karşıtı Arap uyanışı
bize “araplar pistir, ne arabın yüzü ne Şamın şekeri, onlar bizi arkadan
vurmuştu” olarak empoze ediliyor. Araplara düşman oluyoruz, en azından
sevmiyoruz uzak duruyoruz, bu yüzden yıllar sonra bize Marsiya'ya
soykırım anıtı dikerek kazık atacak olan dostumuz ve müttefikimiz
Fransa'yı gücendirmemek uğruna Cezayir’in bağımsızlığına karşı Birleşmiş
Milletlerde oy veriyoruz.Derken sadece yol açarak bu
işin gitmeyeceğini anlayan ve ağır sanayi kurmak isteyen Menderes
ABD’den para alamayınca, Ruslara göz kırpmaya falan niyetlenince
iktidardan indiriliyor ve idam ediliyor. Hala küçüğüm 12 yaşındayım, ama
büyük olsam da farketmez, bizlere ne öğretildiyse onu biliyorum, 27
Mayısta cuntanın ilk mesajının neden “Amerika’ya ve NATO’ya bağlıyız”
olduğunu da yıllar sonra anlıyorum. 38 subaydan oluşan cuntanın ürünü
olan bu ihtilal Cumhuriyet döneminde Ordu ve cunta kavramlarının içiçe
geçmesinin miladı oluyor. 27 Mayıs cuntası kısa zamanda ikiye bölünüyor.
İktidarı İnönü'ye devredelim diyen 24 ler, iktidarı hemen vermeyelim diyen Aspaslan Türkeş'in başını çektiği 14 leri tasfiye ediyor. Ama 15 Ekim 1961 de İnönü
seçimleri kazanamayınca kendilerinden intikam alınacağı korkusuyla bu
kez Silahlı Kuvvetler Birliği adı altında generallerden teğmenlere kadar
uzanan Cevdet Sunay'ın başını çektiği çok daha geniş bir Cunta
oluşuyor. Cunta Cumhurbaşkan adayı Ali Fuat Başgil'i adaylıktan
tehditle vazgeçiriyor ve milletvekilliğinden istifa ettiriyor. Cunta'nın
baskısı sonucu Başbakan yapılan İnönü Cuntayı önemli
ölçüde sakinleştiriyor ama tatmin olmayan Harb Okulu komutanı Talat
Aydemir 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 de iki kez darbe girişiminde
bulunuyor. Aydemir'i yarı yolda bırakan Muhsin Batur'un başını çektiği
geri kalanlar cuntalarını 12 Mart'a kadar sürdürüyorlar.
Bu çalkantılı dönemlerde Ankara Sakarya’da adı mecburen “Amerikan salatalı“
olarak lanse edilen Goralı sandviçinin herkes gibi delikanlılık yaşına
gelen bizler de müptelası oluyoruz. Aslında daha iyisini “Piknik”
yaparken kıç kadar bir dükkanda Muammer Goralı kafasını çalıştırıp yeni
bir şey yapıyor, king size kol büyüklüğünde sosislisiyle olay oluyor.
Resim hocamız rahmetli Eşref Üren "merak etmeyin yakında o da küçülür"
diyor. Bizim şerbetçiotumuz bize Coca Cola olarak geri dönüyor. Bu arada
Yuri Gagarin uzaya gidiyor. Afallıyoruz. Zira bizim idolumuz Amerika
yerine Ruslar uzayda. Nasıl olur? Hani Amerika en büyüktü? Amerika
nerede, ne yapıyor?
Artık 15 yaşındayız, 1964 de.
TED Ankara Koleji Orta 3 deyiz. İnönü hala başımızda. Sınıf
arkadaşlarımızla başlıyoruz düşünmeye. Yahu diyoruz bu neyin nesidir?
Niye biz Rus düşmanıyız, neden Amerika’ya bu kadar hayranız? Neden
Ruslar başka takımlarla maç yaparken biz hep karşı takımı tutmak zorunda
kalıyoruz? Aramızdan cesaretli biri çıkıyor, teneffüste karatahtaya
CCCP yazıyor, açılımını bilmeden. O zaman TV yok, gazetelerde Rus futbol
milli takımının formalarında CCCP yazılı olduğunu biliyoruz, ama neyin
nesi olduğunu bilmiyoruz. Sadece Ruslarla ilgili birşey olduğunu tahmin
ediyoruz. Güya İngilizce biliyoruz ama ne İngilizce ne de Türkçe de bu
harflerin karşılığını göremiyoruz. Zira parayla okuduğumuz Ankara
Kolejinde bize Kiril alfabesinin varlığı öğretilmemiş. Neyse dönelim
karatahtaya. Teneffüs bitiyor. Türkçe hocamız bayan giriyor sınıfa.
Girer girmez CCCP’yi görüyor. Dehşet içinde kalıyor, gece karanlıkta
mezarlıktan geçerken hayalet gördüğünü zannediyor zahir. “Kim yazdı bunu”
diyor. Kimseden ses çıkmıyor, bilenler sır vermiyor, zaten CCCP’nin ne
olduğunu bile bilmediğinden neler olduğunu da anlayamıyor. Neyse
tehditleri takiben yazan arkadaşımız ortaya çıkıp “ben yazdım” diyor,
sınıfı kurtarıyor. Hoca hemen çocuğu alıp kat muavinine götürüyor.
Sonrasında Mac Carthy'cilik, günlerce süren çapraz sorgular,
soruşturmalar, Milli Eğitimden müfettişler geliyor, bunun arkasında
Moskoflar falan var mı araştırılıyor. Hepimiz sorguya çekiliyoruz.
Çocuğun annesi okula çağrılıyor, uzun lafın kısası çocuk neredeyse idam
edilecekken ben ve bir başka arkadaşın (yıllar sonra Silivri'de Doğu
Perinçek’in avukatlığını yapan, Ulusal TV’de seyrettiğimiz) “bütün bunlar sadece sporla ilgiliydi”
demesiyle ve de bizlerin yeterince korkutulmuş olduğu da görülünce
hocalar rahatlıyor olay kapatılıyor. Ancak bu arada Rusların düşmanımız
olduğu böyle şeylerin şakasının bile yapılmayacağı konusunda uzun
uzadıya sert azarlar işitiyoruz. Aynı yıl özetle içeriğinde “Sakın Kıbrıs’a müdahale etmeyi falan düşünmeyin yoksa fena olursunuz” olan “efendimiz” Johnson’un tehditlerle dolu mektubunu posta kutumuza atıveriyorlar. Buna “yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de o dünyada yerini alır” diye yanıt vermeye cesaret eden İnönü düşürülüp, yerine Celal Bayar'ın "şu bizim su müdürü"
dediği Morrison firması temsilcisi Demirel oturtuluyor. AP içerisinde
Sadettin Bilgiç'in başını çektiği muhafazakar kanadın "Yahu etmeyin bu
adam masondur, o sayede buraya gelmiştir" falan demesi hatta kayıt
belgesinin ortaya çıkması üzerine Yüksek Mühendis Demirel hemen gidip
bir başka Yüksek MühendisÜstadı Azam yani Büyük Üstad Necdet Egeran'dan
"üyemiz değildir" diye belge alıyor. Evet bu belge verildiğinde Demirel
gerçekten üye değildir, zira Necdet Egeran onun kaydını yok etmiştir.
Daja geniş açıklamalar için TIKLAYIN. Bu belge Türkiye masonlarını ikiye bölüyor, bir kısmı "boşverin ne olacak bizden bir başbakan oldu" derken diğer kısmı "ne demek biz neden utanıyoruz, bir mason mason olduğunu gizleyebilir ama o hiçbir zaman mason olmadı da denemez".
Ama bu belge AP Genel Kurulunda delegelere dağıtılınca Demirel diğer
adayı yani Sadettin Bilgiç'i ezip geçiyor. Demirel muhafazakar Bilgiç ve
sonra ortaya çıkan dinci Necmeddin Erbakan tayfasının kendisini
yıpratmasını önlemek için Nurcuları milletvekili yapıyor, imam hatip
okullarını yaygınlaştırıyor, farkında olmadan bugünkü dinci iktidarının
temellerini atıyor. Demirel’in sloganı “Böyyük Türkiye“. Ama o
da bir süre sonra Coca Cola fabrikaları ile büyüyemeyeceğimizi anlayıp
sanayiye yönelmeye niyetleniyor. Bunun için Moskova’ya gidiyor. Halbuki o
zaman kadar “gomonistler Moskovaya” denilirdi. Neyse o
unutuluyor. Sovyet yardımıyla Seydişehir'de, Karadeniz'de,
İskenderun'da, Aliağa'da aluminyum, demir çelik, rafineri, bakır
kompleksi falan kurulmaya başlayınca bir de ABD Kongre üyelerinin afyon
tarlalarının bombalanması talebini kabul etmeyince Demirel 12 Mart 1971
de muhtırayla yani yumuşak derbeyle düşürülüyor. Demirel’in o zamanki
Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil "12 Martta Amerika vardır"
deyip her şeyi açıklıyor. 12 Mart döneminde AP ve Demirel büyük prestij
kaybediyor, bu da Erbakan'a büyük fırsat sağlıyor, nakşibendi
tarikatlarını siyasal örgütlenme içerisine alarak dinci bir parti
kuruyor. 9 Martta sol cuntayı tasfiye eden 12 Mart ile artık orduda
cunta hiyeyarşik olarak en üst komuta kademesine taşınıyor.
Demirel’in
yerine gelen Erim’in ilk icraatı ABD nin isteğini yerine getirerek
afyon ekimini yasaklamak oluyor. 12 Mart döneminden sonra 1973 de
yapılan ilk seçimde dinci Erbakanı'nın Milli Selamet Partisi ile
koalisyon yaparak iktidara gelen Ecevit İmam Hatip Okulu Mezunlarına
Üniversitenin yolunu açıyor. Ecevit bu arada yaz boz tahtasına dönen
afyon ekimini serbest bırakıyor. Üstüne üstlük bundan hemen sonra
kendinden gayet emin olarak yapamazsınız demeye gelen Cisco’yu yani
ABD’yi dinlemeyip kimsenin cesaret edemediği Kıbrıs çıkarmasını da
yapınca iktidarı kaybediyor. Çıkartma sırasında Yunanistan NATO’dan
ayrılıyor.
Bunu takiben Amerika Birleşik
Devletleri 1975 de resmen ilan ettiği Vietnam yenilgisinin ardından,
Komünizmin Güney Asya’dan adalara geçerek daha güneye inmesini önlemek
için, Müslümanlığı kullanmaya karar veriyor. ABD; Filipinler,Malezya,
Endonezya, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Türkiye ve Ortadoğu yeşil
kuşak şeridi ile komünizmi Güney Asya’ya hapsetmek
istiyor. Sovyetler Birliği içerisindeki müslüman nüfusu uyandırmak
istiyor. Başka bir deyişle batıdaki NATO’nun karşılığı olan ve işlemeyen
SEATO’nun yerine komünizme karşı İslamiyetin bir ideoloji gibi
kullanılmasına, İslam'ın siyasallaştırılmasına başlanıyor.
Ecevit’ten
sonra gelen Demirel 1. ve 2. MC iktidarında MC iktidarlarında yer alan
Milli Selamet Partisini arkalarına alan tarikatlar eğitimde hızla
örgütleniyorlar. Üniversite Hazırlık Kurslarına ağırlık vererek İmam Hatiplilerin Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerine yerleştirmeye başlıyorlar. Fethullah
Gülen'in 9 Eylül 1977 de İstanbul'da Sultanahmet Camii'nde verdiği
ikinci vaazını dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı
İhsan Sabri Çağlayangil de dinliyorlar. Demirel MC iktidarları boyunca ABD’nin “Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü veto etme” talimatını yerine getirmiyor vetosunu sürekli kullanıyor. Elbette o da düşürülüyor. Cunta uzun süredir ordu komuta kademesine taşındığı için ihtilal yapmak çok kolay oluyor. O sıralar İran'da oluşan Amerikan Aleyhtarlığına karşın 12 Eylül 1980 ihtilalini yaptıran Amerika darbe haberini dünyaya bizden bile önce veriyor. “Netekim”
Yunanistan sadece 1 ay 8 gün sonra yani hemen NATO’ya alınıyor. Askeri
yönetim yani Cunta Anayasa oylaması geçsin diye tarikatlara dokunmuyor
ve bu Demirel zamanında başlayan ve Ecevit koalisyonu ve MC dönemlerinde
iktidar nimetlerinden faydalanan dinci siyasal örgütlendirmeyi iyice
palazlandırıyor. Askeri Yönetim, İmam Hatip Lisesi mezunlarını
üniversite sınavında diledikleri fakülteleri tercih etme hakkına
kavuşturuyor. 1982 Anayasası’nın 24’üncü maddesiyle din eğitimi devlet
güvencesine alınıyor. Daha önce seçmeli olarak okutulan din dersleri,
ilk ve orta okullarda zorunlu hale getiriliyor.
Demokrasiye
tekrar geçme aşamasında Turgut Özal Amerikaya gidiyor. Amerikanın
baskısıyla Cunta Özal'ı veto edemiyor ama diğer rakiplerini veto ederek
Özal'a iktidar yolunu açıyor. Nakşibendilerin Başbakan ve Cumhurbaşkanı
olabilme süreci böylece 1984 de başlıyor.
Gelelim
yakın zamana. Dinci-Nakşibendi Başbakan Erbakan'ı hazmedemeyen Ordunun
Çevik Bir'in güçlü olduğu dönemde Sincan'da tank gösterileri ve 28 Şubat 1997 müdahaleleri
ile merkez sağ koalisyon kurulması, içine kapanık, konuşmayan, her şeyi
yazışmalarla götüren, bürokrat, garip Cumhurbaşkanı ile uyumsuzluk
sonucu 2001 de aniden patlayan büyük ekonomik kriz üzerine ABD’den Kemal
Derviş ithal ediliyor. Tam ekonomi sıkı para politikasıyla tekrar
doğrulmaya başlarken Devlet Bahçeli durup dururken erken seçim kararı
aldırtıyor. Kemal Derviş provokatörlüğü ile merkez ve sağ dağıtılıyor,
AKP bu seçimlere tek alternatif olarak giriyor. Böylece Neo Conların
Kemal Derviş ile tetiklenen ve Türkiye ayağında Tayyip, ABD ayağında
Hocaefendi Feto tarafından yonetilen Ilımlı İslam devrine geçiyoruz.
Tayyip hazıra konarak, Kemal Derviş’in ekonomik politikalarının
kaymağını yiyerek iktidarını sağlamlaştırıyor. Uzun süre
özelleştirmelerle, düşük kur-yüksek faiz sayesinde sıcak para
gelmesiyle, herkese yeşil kart, sağlık muayene-tedavi kolaylıkları,
kömür, patates vb vererek idare ediyor hatta oy patlaması yapıyor.
Benim yaşıtlarımın yediği sadece Amerikan salatası ve içtiğimiz sadece meyankökü/şerbetçiotu değildi elbette. Bir zamanlar “Halk işçi gençlik devrim yapacak, bize Amerika, bize Amerika selam duracak”
sloganı da vardı. Ben bu slogana gülüp geçiyordum. Zira biz Amerika’yı
selama durduracak halden çok uzaktık ve zaten o hale
getirilmezdik. Biliyordum ki bu sloganı attıran da Amerika idi.
Johnson’un mektubundan sonra Türkiye’nin hızla Amerikan karşıtlığına
gitmekte olduğunu gören ABD, yabancı ajan, yerli ajan ve provokatör
ordusuyla bir devrimci kitle oluşmasına katkıda bulundu. Ama bu kontrol
altındaydı. Dönemin İçişleri bakanı zehir hafiye Faruk Sükan boşuna
demiyordu “biz solcuların nefes alışını bile izliyoruz” diye. Devrimcilerin karşısına faşistler çıkarıldı. Özellikle provoke edilen kaos ortamı darbeye firsat verdi “netekim” ve darbeyi meşru göstertti. Sonuçta devrimci falan kalmadı. Askeri yönetim hepsini eliyle koymuş gibi buldu “netekim”.
Kimi idam edildi, kimi faşit ve ajanlarca öldürüldü, kimi hapislerde
çürüdü, kalanlar ise pasifize oldular. Peki ajan/provokatörler ne oldu?
Mesela bilmem kaç yüzbin mermi ile taranan bir evden nasılsa burnu
kanamadan çıkan gibi. Onlar bugün liberal, 2. cumhuriyetçi falan olarak
anılıyorlar. Ben kısaca entel/dantel/liboş diyorum onlara. Kimi de
eskiden Kürkçülük yaparken birden Kürtçü oldu. Artık Amerikan
karşıtlığını sadece Ulusalcılar yapıyorken, onlar da Ergenekoni darbeci
uydurmasıyla susturuldular, olay tamamen bitti.
Ülkemizde
bu süreç 1947 de başladı. O yılda Köy Enstitülerinin tasfiye kararı da
alınmıştı. Tesadüf mü? Elbette değil. Tersi olsaydı, yani Köy
Enstitüleri kapatılmasa, Amerikaya teslim olmasaydık bugün çok farklı
bir konumda olurduk. Bütün bunları başımıza açan Stalin miydi? Bu hala
tartışılıyor. Bizim nesil soğuk savaşı Amerikaya teslim olarak boşu
boşuna yaşadı ve malesef ömrümüzün en verimli yıllarını Amerika’yı selam
durdurmak şöyle dursun, Amerika’ya selam durarak geçirmek zorunda
bırakıldık.
1950 lerde, Cezayir’den Mısır’dan,
Irak’tan, Pakistan’dan, Afganistan’dan Endonezya’ya neredeyse tüm İslam
aleminde Atatürk'ün yaktığı meşale parlıyor, bu ülkelerin reform
çalışmalarına Türkiye örnek oluyordu. Bu ülkeler o zamanda da
Müslüman’dılar, inançlarına bağlıydılar ama çağdaş bir kafaya
sahiptiler. En örümcek kafalısı olan Suudi Arabistan bile modern çağa
ayak uydurmaya başlamıştı, ta ki 1979 Mekke İsyanına kadar. Bakınız bu konudaki ayrıntılı yazımız. Atatürk
reformlarından öcü gibi korkan, bu reformların İslam Ülkelerinde
yerleşmesinin anti-emperyalist İslam uyanışına yol açacağını anlayan ABD
bu ülkelerde gericiliği hortlatıp bu ülkeleri tekrar bir ortaçağ
karanlığına ittikten sonra, bu yeni öcüyü karşısına alıyor ve
Medeniyetler Çatışması diye de bir doktrin üreterek tüm dünyada Siyasi
İslam adını verdiği topyekun İslam düşmanlığının tohumlarını ekmeğe
başlıyor.
Sonuçta ABD’nin Büyük Orta Doğu Planı - Ilımlı İslam Planı çerçevesinde bizden sonraki nesli daha da kötü dönemler bekliyor.
Bülent Pakman. Temmuz 2009. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntı yapılamaz.
Türkiye ile ilgili diğer yazılarımız
Bülent Pakman kimdir http://bpakman.wordpress.com/pakman/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder