30 Ağustos 2009 Pazar

Atatürk'ün kehanetleri

Atatürk, O büyük insanın inanılmaz kehaneti  (günümüz Türkçesiyle):

Gelecekte de, ……….. iç ve dış düşmanların olacaktır……Bağımsızlık ve cumhuriyetine kötülük edecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir yenginin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile yüce vatanın bütün kaleleri alınmış bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her tarafı harekete geçilerek işgal edilmiş olabilir.Bütün bu koşullardan daha acı verici ve daha tehlikeli olmak üzere ülkenin içinde, iktidara sahip olanlar aymazlık ve sapkınlık ve hattâ hainlik içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını, işgal edenlerin siyasî amaçlarıyla birleştirebilirler. Millet, yoksulluk ve zorunluluk içinde perişan ve güçsüz düşmüş olabilir…

Renklendirilen bölümler bugünkü durumu büyük ölçüde yansıtmaktadır. TV de canlı yayında bağımsız olacağımıza keşke işgal edenlerin mandası olsaydık da laik olmasaydık diyen ülke içindeki büyük bir dinci kitle oldugu gibi Atatürk’ün yüceliğini bilenler de elbette var, onlar da büyük bir kitleydi. Büyük bir kitle ama yoksulluk ve zorunluluk derdine düşürülmüş, bölünmüş, sindirilmiş sesleri çıkmaz hale getirilmiş, Bush döneminde palazlanan, dünyada eşi görülmemiş bir güç sahibi haline gelen haçlı-siyonist plan çerçevesinde sistematik olarak pasifize edilmiş. Bir yafta eklemek gerektiğinde Ergenekoncu, darbeci, ırkçı olarak nitelendirilen.

_________

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927.

_________________________________________________

1918 de İstanbul’a demir atan zırhlılara “Geldikleri gibi giderler” diyen ulu önder 1920 de yine günümüzü anlatıyor:

‘…..Batılı devletler, bazı makamların kesin teslimiyet taraftarlıklarından istifade ederek çalışmaktadırlar. Batılı devletler, ancak, zayıf ve kararsız hükümetler sayesinde amaçları doğrultusunda ilerleyecekler, zayıf ve kararsız hükümetler, dış baskılara boyun eğerek, iç kuvvetlerin gelişmesini kısıtladıkları gibi, kamuoyunu da devamlı surette korku ve endişe içinde tutarak, resmi ya da gayrı resmi kararların alınmasına engel olacaklardır.

—————–

Atatürk’ün Türk polisi, ordusu ve adaletinin yozlaşacağına ilişkin kehaneti:

Bursa Nutku

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

Mustafa Kemal Atatürk, 5 Şubat 1933.,

Şubat 1933’te Bursa Ulu Cami’de Türkçe ezan okunur. Cemaat, cuma namazından çıkışta topluca Evkaf Müdürlüğü’ne gidip, ‘Niye ezan Arapça okunmuyor?’ diye sormuş, cevap alamayınca aynı niyetle valilik binasına yürümüştür. Heyecana kapılan valilik memurları olayı kolluk kuvvetlerine bildirirler. O esnada Atatürk bir yurt gezisi kapsamında İzmir’deyken, kendisine acil telgraf gelir. Telgrafta, Bursa Ulu Cami’de toplanan bir grubun Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulundukları ve Bursa Valiliği’ni bastıkları haber verilir. İzmir gezisini iptal eden Atatürk, Bursa’ya gider ve ayaklanma olmadığını öğrenir, ayrıca Anadolu Ajansı’na yatıştırıcı bir açıklamada bulunur. Daha sonra, Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte Atatürk’ün katıldığı bir akşam yemeğinde bir kişi Atatürk’e cemaatin yürüyüşü ile ilgili : “Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü…” şeklinde bir söz sarfetmesi üzerine Atatürk konuşmakta olan kişinin sözünü keser ve “Bursa Nutku” diye anılan konuşmayı yapar.

Bu konuşmayla ilgili olarak Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, “Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi” adlı kitabında şu yorumu yapar: “Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile ‘zaaf’ içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine ‘sınırsız’ bir güven besleyen, böylesine ‘çek’ veren, gençliği böylesine ‘son çare’ olarak gören bir devrimci yoktur! Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır.

_________________________

Atatürk’ün Türk gençliği ile ilgili 1923’teki bir başka kehaneti:

“Sayın gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak. Size, Türk gençliğine bırakacağımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız.

Milletin yükselme gerek ve şartları için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti o yükselme merhalesine götürmek için dikilecek engellere hep birlikte mani olacağız.

Bunun için dimağlarımıza, irfanlarımıza, bilgimize, icap ederse bileklerimize, pazılarımıza, bacaklarımıza müracaat edecek, fakat neticede mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız. Bu millet sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.”

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II, s.133

Atatürk’ün 1933 de 10 Yıl Nutku’ndaki kehaneti:

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız.

Sanki yıllar sonra olacakları, ülke yönetiminin hangi kafaların eline geçeceğini, ulusal
bayramların kutlanmasının bile yasaklanacağını, birilerinin din devleti peşinde koşturacağını görmüş, milletine vasiyetini bildirmiş. Ancak Atatürk son iki cümlenin üzerini çizmiş ve nutkunda okumamış.
Atatürk nutkun metnini kendi el yazısıyla yazmış. Metni tarihçi Hikmet Bayur’a okutmuş. Bayur o sırada Çankaya Köşkü’nde Genel Sekreter. Bayur Atatürk’ün en güvendiği ve değer verdiği insanlardan biriydi. Bu güvene layık olduğunu onun ölümünden önce ve sonra defalarca kanıtlamıştır. Bayur metni okumuş ama sıra o cümleye gelince içi burkulmuş ve şöyle demiş: “Gazi Hazretleri, eğer izin verirseniz bir şey söylemek istiyorum. Bu cümle bir vedayı hatırlatıyor. İnsanlar elbette fanidir ama böyle mutlu bir günde milletin kalbini bir veda acısıyla yakmayınız.”

Hikmet Bayur, olayın sonrasını anlatıyor: “Benim bu sözlerimden sonra düşündü, yüzüme uzun uzun baktı ve aynen şöyle dedi: “Bu söylediğin doğrudur. Ben bu cümleyi kaldıracağım. Ama bunu bana kaldırttığın için ileride, ben öldükten sonra inşallah pişmanlık duymazsın

Bugün olacakları taaa o günden biliyormuş.

———————————

Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” Atatürk 29 Ekim 1933.

——————

Atatürk 1933 yılında Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şunları söyler: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır.

———-

Atatürk, 15 Temmuz 1936′da Yalova’dan Bursa’ya geçerken İznik’e uğramıştı.’ Yanında Celal Bayar, Afet hanım ve daha bazı arkadaşları vardı. Afet hanım İznik’i gezmek için Atatürk’ten izin alır. Atatürk:

- “Hay, hay… Gidebilirsiniz fakat asıl İznik’i göremeye­ceksiniz. Çünkü o toprağın altındadır” der.

Atatürk etrafındakilere sorar:
– “İznik kaç kapılıdır?” Bir İznikli yanıt verir:
– “Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir kapısı, güneyindeki istanbul kapısı…”
Atatürk’ün “Peki Batı kapısı nerede?” diye sorması üzerine İznikli öyle bir kapının olmadığını ve böyle bir kapıyı bilmediklerini söyler.
Atatürk bir müddet susar.. Ve o konuyla ilgili başka bir söz etmez.. Konu kapanır…
Aradan seneler geçer…
Biriken suları İznik Gölü’ne akıtmak için kanal açmaya uğraşan işçiler, suların kendiliğinden boşluk bularak akmaya başladığını görürler… Kazıya devam edilir… Sonunda toprağın alatından tam teşkilatlı kurşun bir kapıyı ortaya çıkartırlar… İşte bu kapı Atatürk’ün aradığı ve bahsettiği kapıdır!…

——

İngiltere Kralı 8. Edvard ve sevgilisi Bayan Simpson Atatürk’ün misafiri olarak İstanbul’dalar.

Atatürk misafirleriyle birlikte bulundukları geminin güvertesinden Moda’da yapılan deniz yarışlarını seyrediyorlardı.

Bir ara Bayan Simpson elindeki dürbünü ile yerinden kalkar, güvertenin diğer ucuna doğru yürürken, Kral da Atatürk’ü başı ile selamlar, sevgilisinin arkasından O’nu takip ederken Atatürk yanındakilere eğilerek:

Kralın, madama karşı zaafı olduğunu görüyorum. Korkarım ki tahtını bu kadın yüzünden kaybedecek.” demiştir.

Bir süre sonra 8. Edvart, Bayan Simpson yüzünden tahtan feragat etmiştir.

________________

Ankara’da yabancı diplomatların da bulunduğu bir toplantıda Majino hattından söz açılmış; yabancılar bu savunma hattını çok övmüşlerdi.

Atatürk söylenenleri dinledikten sonra der ki:

Nasreddin Hocanın türbesini biliyor musunuz? Cephesi duvarla örülüp kapısına kocaman bir kilit asılmıştır. Fakat üç tarafı tamamıyla açıktır.”

Fransızlar, Almanların Fransa’yı istila etmelerini önlemek için sınıra, o zamanlarda aşılması mümkün görülmeyen, Majino Hattı olarak adlandırılan bir savunma hattı yapmıştı.

İkinci Cihan Savaşı’nın başlaması ile birlikte 1939 yılında Alman ordusu, Majino hattını 12 saatte geçerek Paris’e girmişti.

Atatürk’ün bu konudaki görüşü doğrulanmıştı.

_________________________

Atatürk Mac Arthur ile olan bir görüşmesinde şöyle diyordu:
– “Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı’na sebebiyet vermiş olan nedenlerden hiç birini halledemediği gibi, bilakis dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Zira galip devletler mağluplara sulh şartlarını zorla kabul ettirirlerken, bu memleketlerin Etnik, Jeopolitik ve İktisadi özelliklerini asla nazarı itibara (dikkate) almamışlar ve sadece intakam hisleri ile hareket etmişlerdir. Böylelikle bu gün içinde yaşadığımız sulh devresi sadece mütarekeden ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar Avrupa işleri ile ilgilenmekten vazgeçmeyerek Wilson’un programını tatbik etmekte ısrar etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devamlı bir sulha müncer olabilirdi, (barışa ulaşılabilirdi) Bence dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay antlaşmasının tasviyesine gidilecektir.

Atatürk Almanya’nın İngiltere ve Rusya hariç olmak üzere bütün Avrupa Kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını ve sona ereceğini, Fransa’nın ise kuvvetli bir ordu yaratmak için lazım gelen nitelikleri artık kaybettiğini ve İngiltere’nin Adalarını savunmak için bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini önceden bildirmiştir.

O yıllarda Dünya’nın büyük devletleri olarak kabul edilen Amerika, İngiltere ve Fransa’daki yöneticiler I. Dünya Savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ediyorlardı. Atatürk ise bütün bunların aksine yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını söylüyordu.

-   “Savaşı o başlatacak, insanlığın başına bela olacak” diyordu.

1938 yılında hastalığının ilerlediği günlerde bile savaşın yakınlaştığını hissediyordu. Gerçi birçok tedbirler almıştı ama onun tek isteği Türkiye Cumhuriyeti’nin bu savaşın dışında kalmasıydı. Tıpkı İttihat ve Terakki Yöneticileri’ni I. Dünya Savaşı’na girmemeleri konusunda uyarması gibi… Onun bu isteğini vefatından sonra İsmet İnönü gerçekleştirmiştir.

Açıkça şöyle diyordu:
–   “Bu harp neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi baş­tanbaşa değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke zamanında ne geldiyse, ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum.
Savaşın çıkış tarihini net bir şeklide söylemiş olduğuna şahit olanların sayısı bir hayli fazladır.

Celal Bayar “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında: “Azami üç seneye kadar dünyada bir savaş patlayacağına ve bunun tesirlerinin Türkiye’de yakından duyulacağına ilişkin olarak; Atatürk’e hükümet kanalından hiç bir bilgi verilmemiştir” derken, benim teorimi yani Atatürk’ün geleceği önceden görebildiğini teyid etmektedir.
Atatürk adeta tüm dünyanın geleceğini okuyordu. Örneğin İtalya için de şu görüşlere yer vermiştir:

-   “İtalya Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve inkişafa (gelişmeye) mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel (gelecekteki) bir harpte İtalya’nın zahiri (görünen) heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle yeterince yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, İtalya’nın bu günkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacaktır…

 ________

13 Nisan 1934. Edremit’de Ordu Evinde verilen yemekte İtalya olayları, Mussoloni’nin Kara Gömleklileri konuşulurken Mussoloni için Atatürk şunları söylemiştir:

Mussoloni bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Şunu hatırlatırım ki bir gün gelecek, Mussoloni’yi kendi milleti linç edecektir. Bu sözlerimi kehanetime mal etmeyiniz. Bunlar benim kendi görüşlerimdir.”

Yıl 1945. İkinci Dünya Savaşı son bulmuş; İtalya mağlup ülkeler arasındadır. Mussoloni metresiyle birlikte İtalya’dan İsviçre’ye kaçarken sınırda İtalyan gençleri tarafından yakalanır. Metresiyle birlikte öldürülür. Her ikisi de ayaklarından asılarak, sallandırılır.

_________________

Atatürk aynı zamanda Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi bu gelecekteki muhtemel savaşta da (II. Dünya Savaşında) tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak Amerikan müdahalesiyle mağlup edilebileceğini de sözlerine ilave edip şöyle devam etmiştir:

- “Avrupalı devlet adamları başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasi meseleleri her türlü milli bencilliklerden uzak ve yalnız toplum yararına uygun olarak son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki, felaketin önü alınamayacaktır. Zira Avrupa meselesi İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar problemi olmaktan artık çıkmıştır. Bu gün Avrupa’nın doğusunda bütün medeniyeti ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını topyekûn bir şekilde ihtilali gayesi uğruna seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılar’ca henüz malum olmayan yepyeni siyasi metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarında bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu memleketle çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşüncelerini mükemmelen istismar ederi, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinlerini tahrik etmesini bilen bolşevikler yalnız Avrupayı değil, Asyayı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almıştır.”

————————–

Rauf Orbay anılarından: “Yunan orduları Ankara’ya yürüyordu. Sabah erkenden Millet Meclisi’nde toplandık. O (Mustafa Kemal) bize bilgi verecekti. Bir Anadolu haritası isteyince getirdik. Kırmızı kalemle Sakarya’nın gerisinde uzunca bir çizgi çizip “Düşmanı burada yeneceğiz” dedi. Ona inandık. Neden inandık ve nasıl inandık hâlâ bilmiyorum.

—————————————————-

Atatürk 28 Mayıs 1936 tarihinde düzenlenen Türk Hava Kurumunu ziyareti toplantısında şunları söylemiştir:

Geleceğin en kıymetli silâhı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecektir. Gezegenlere gidecek belki de bize Ay’dan mesajlar yollayacaklardır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise Batıdan bu konuda geri kalmamaktır

…………

Bülent Pakman. Temmuz 2009. Güncelleme 10 Kasım 2013. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz. 

Atatürk ile ilgili yazılarımız:

Facebook Widgets

OLYMPUS DIGITAL CAMERABülent Pakman kimdir   http://bpakman.wordpress.com/pakman/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder